Hemen her konserde çıkar öyle birkaç kişi... Hiç sevemediğim genelgeçer deyimle bizde "bölüm" denilen "mouvement" aralarında hemen alkışı basarlar... Sağdan soldan yükselen "cık cık cık" sesleriyle de hemen susturulurlar.
Bir konçerto ya da senfonide, susulan ve tempo değiştirilen aralarda alkışlamak çok ayıptır. Bekleyeceksin, eserin tamamı bittiğinde alkışlayacaksın.
Niçin? Cem Mansur'dan öğrendiğimize göre on dokuzuncu yüzyılın ortalarında çıkmış bir uygulamaymış bu...
Vallahi "orkestra şefi" de on dokuzuncu yüzyılın sonlarında çıkmış bir yeniliktir. Ondan önce ya besteci kendisi yönetirdi orkestrayı ya da birinci keman... Adı üstünde, Konzertmeister, konser ağası...
(Okuyucuya klasik müzik eğitimi vererek onları CHP seçmeni olmaya yöneltiyorum, dikkat isterim!)
The Independent gazetesi, müzisyenlerin bu alkışlardan duydukları rahatsızlığı dile getirmiş. Hemen bizde de sormuşlar: Gürer Aykal ve Güher Pekinel katılıyorlar, Suna Kan "olur böyle şeyler", Cem Mansur ve Cihat Aşkın da "zarar yok" diyor.
Bazı Batılı sanatçılar da, "Çaykovski aralarda alkışlanabilir ama Mahler'e uymaz" diye ukalalık etmişler.
Bu "ara alkışını" kendini coşkuya kaptırdığı, içinden öyle geldiği için koparanlar da vardır, adet yerini bulsun diye alkışlanması gerektiğini sananlar da, yan koltuklara aklı sıra "bakın ben de artık klasik müzik dinliyorum" cakası satmaya kalkıp fena halde şapa oturanlar da...
Ama yavaş yavaş öğreniyorlar. Ara alkışını bir kere koparıp da ters ters bakılan dinleyici, bir daha bunu yapmaya tövbe ediyor.
Zamanla, konser sırasında cep telefonunu kapamayı da öğrenecektir, girişte paltosunu vestiyere bırakmayı da.
Bir zamanlar, Kenter Tiyatrosu'nda bir matinede, en ön sırada oturan iki geçkince bayanın çantalarından haşır huşur kaşarlı tost çıkarıp yemeye koyulduklarını bilirim, gözümle gördüm... Yıldız Hanım oyununu kesip ters ters bakmıştı ama onlar hiç tınmamışlardı...
Oylarını hangi partiye veriyorlardı acaba?
Bakınız operada bu alkış konusu daha serbesttir. Seyirci, sevdiği ve icrasını beğendiği bir arya, ya da düet, ya da üçlü, ya da dörtlü bitince alkışlar.
Eskiden sanatçılar bu alkışlara selam verirlermiş.
Artık aldırmıyorlar, oyunlarını bozmuyorlar. Sessizce bekliyorlar alkışın dinmesini.
Yani gördüğünüz gibi bu işin ölçüsü yok. Bence, müziğin içine girip eserin içine etmemek şartıyla, gönlünden kopan bölüm sonlarında da alkışlayabilmeli...
Bu suretle halkımızı çok çok yakından ilgilendiren bir meseleye de parmak basmış olduk efendim. Atatürkçülüğü "klasik müzik dinlemek" sananlar umarım mutlu olmuşlardır.
Aaah ah, demokrasiye otuz yıl kadar ara verip halkı eğitebilseydik, şimdi ne AKP sorunumuz olacaktı ne de alkış sorunumuz! Eğitimi her alan oyunu kafadan CHP'ye verecekti ya...
Ama şimdi bir tartışma daha var sırada: Cahil halkın bölüm aralarında kalkıp konser salonunun mescidine gitmesi caiz midir değil midir?
Çünkü, entellerimiz arasında namazın "canı isteyince kılındığını" sananlar var. Vakitsiz ya da dar vakitte kılınan nafile namazı bile mekruhtur.