Alçakların son sığınağının neresi olduğunu, Dr. Samuel Johnson'dan haberi olanlar bileceklerdir...
"İşi bitenlerin" son sığınağı da Atatürkçülük.
Bunlar "desperados" denilen yetiksizler...
Sattıkları malın alıcısı kalmamış. Eski havaları yok. Lafları tükenmiş.
Hayattan ve sanattan emekli olmuşlar.
Üretemiyorlar, yenilenemiyorlar, değişerek gelişemiyorlar. Kimisinin çapı buna uygun değil, kimisinin bilgi dağarcığı, kimisinin de yüreği. Korkuyorlar. Mahallenin baskı yapmasına gerek yok, baskı içlerinde.
Bu çaresizlik onlarda müthiş bir umutsuzluk, tükenmişlik duygusu ve tepki yaratıyor, birşeylere sarılmak ihtiyacını duyuyorlar. Sarılabilecekleri en "rahat" can simidi, Atatürkçülük.
Eskiden "bir kere adını solcuya çıkarınca iş tamam" sanırlar, çapsızlıklarına bu kılıfı uydururlardı. Şimdi yeni kılıf daha genelgeçer, daha yaygın ve daha kabul görücü.
Hele bir de nereden duydularsa, "sanatçı ya da gazeteci dediğin muhalif olmalı" safsatası buna eklenince...
Bunu çıkar uğruna yapanlar da var, ayakta kalabilmek, "medar-ı maişet motorunu" döndürebilmek için... Samimi olarak kendi kendini inandıranlar da.
Bir kere bu limana demir atınca da efelenmek kolaylaşıyor.
Rakıyı çekip ona buna küfür etmek de kolay, esrarı çekip "darbe isterim" diye dayılanmak da.
Bundan on yıl kadar önce dehşetle bir şey farkettim:
Ne kadar çapsız, yeteneksiz, cahil, sığ, sabit fikirli, kalın kafalı, dediğim dedikçi varsa, hepsi Kemalist kesilmişti!...
Bunların arasında çok eski arkadaşlarım da vardı, "üçüncü sınıf" adamlar ve kadınlar da. Adam sandıklarım arasında cüdam çıkan da çoktu.
Onların yanında olamazdım. Bile bile yalan konuşamazdım.
Her türlü hakarete uğrayacağımı bilerek, aklımın ve vicdanımın bana gösterdiği yolu seçtim: Yalnız kalmak pahasına, gerçekleri yazmayı.
Pişman değilim. Başıma ne gelirse gelsin...
Çünkü yaşım altmıştır ve artık beni ölüm bile korkutamaz. Ondan öte de köy yoktur.
İnsanın tabutunu kaldırmak için dört kişi yeterlidir, o dört kişi de öğle namazını eda ettikten sonra sevabına cenaze namazına katılanlar arasından nasıl olsa çıkar. Kaldı ki, belediye hiçkimsenin cesedini sokakta bırakmıyor.
Arkamdan kimin ne diyeceği de hiç umurumda değildir. Yazılarımı aferin almak için değil, elimden başka şey ve başka türlüsü gelmediği için yazıyorum. İster okursunuz, ister okumazsınız. İster beğenirsiniz, ister beğenmezsiniz. Tosladığım anlayışsızlık, çekememezlik, düşmanlık ve nefret duvarlarının yalnızca "boyutları" beni şaşırtmıştı bir ara, o kadar.
Faşizme koşulanlar hakkında bundan fazla konuşmaya da gerek yok, rezillik örnekleri hemen her gün karşınızda. Eh, hayatında mektuptan başka şey yazmamış herifi alır da faşist varakpareye köşe yazarı yaparsan olacağı budur. Elinden tutan, sırtını sıvazlayan utansın.
Ama desenize, utanma olsaydı "melanet" olmazdı.