Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ENGİN ARDIÇ

Traviata Hanım

Daha üç ay önce Berliner Ensemble'da "post-modern" bir "Üç Kuruşluk Opera" seyredip sinirlenmemiş olmasam bu yazıyı yazmazdım.
Yönetiminde boncuk buldukları yönetmen Robert Wilson, "cıvıl cıvıl yirmili yıllar" kokması gereken ünlü oyunu "minimalizm" akımına teslim etmiş, Korsan Jenny'de Angela Winkler göz göre göre harcan- mış, Sustalı Mack'i olağanüstü oynayan çok yetenekli Stefan Kurt bile durumu kurtaramamıştı...
Çapları yetse, şimdi bizim tiyatrocularla ne güzel bir tartışma yapardık, "minimalizm" ve "grotesk" acaba Brecht'in epik tiyatrosuna uygun mudur değil midir? Wilson, bu yorumla Brecht'e ihanet etmiş midir etmemiş midir?
Son yıllarda opera sanatına bir haller oldu.
"Modern yorum" denilip geçilen bu eğilim Fransa'da başladı, Orta Avrupalı sanatçılarda da, genlerine işlemiş o "Germen ruhsuzluğunun" sahneye yansıtılması şeklinde sürüyor.
Önceki yıl Viyana'da, Volksoper'de bir "Traviata" seyretmiştim, baştan sona siyah ve gri, neşesiz, durgun.
Hani, gene bizim Berlin görmüş solcu sanatçılarımızın pek sevdikleri ve bilmemnesinde boncuk buldukları Peter Stein'ın, o canım "Yarasa"yı birtakım soyut çubuklarla dolu bir dekorda, sanki bunalımlı bir Tankred Dorst ya da bir Peter Handke oyunu sahneler gibi sahneleyip berbat etmesi gibi...
Opera ve operette gerçekçilik arıyorlar. Bulamayınca da, zorlama bir modernizmi, klasik eserlerin üstüne kaktırıyorlar. Bunu "orijinallik etmiş" olmak için yapıyorlar.
Bugünlerde açın bakın Mezzo televizyon kanalını, takım elbise giyip kravat takmış Roma imparatorları, elleri makineli tüfekli ortaçağ askerleri göreceksiniz.
Monteverdi'yi de, Mozart'ı da böyle katlediyorlar.
Hele geçen akşam Brüksel yapımı bir "Trovatore" izledim ki, eserin saçmasapan ve ağır bir melodram olan konusuna "çağdaş açıklama" getirmeye çalışan yönetmen, Leonora'yı tayyör-etekle oynattığı yetmezmiş gibi koroyu da ortadan kaldırmış, koro partisyonunu başoyuncuların ağzına vermişti! (Büyücü Azucena da elbette dekolte bir gece elbisesiyle ve fosur fosur sigara içerek oynuyor, mezzo soprano ya, kötü kadın!)
"Carmen"
de de sahnede anadan doğma çıplak birtakım hatunlar gördük, Sevilla yosmaları...
Hadi onlar sağlam ayakkabı değiller de, Lully'nin "Armide" operasında o köylü suratlı aristokrat kızı soprano Stephanie d'Oustrac'ın iri kalçalarıyla ortalıkta cıscıbıldak dolanması ne demek oluyor?
Müzik muhteşem, müzikle oynayamıyorlar, hırslarını mizansenden çıkarıyorlar.
Bendeniz bir opera tutkunu olarak bütün bu zorlamalara karşıyım efendim. İsterseniz huysuz ihtiyarlaşma yolunda yürüdüğümü söyleyiniz. Acaba operadan çok iyi anlayan Murat Bardakçı kardeşimiz de bu konuda ne diyecektir?
Şimdi okudum, İtalyan gönüllerini fethetmiş sanatçımız Ferzan Özpetek de, Napoli'de bir "Traviata" sergilemiş ki, sahne mangaldan, tombaktan, nargileden, festen geçilmiyormuş.
İtalyanlar beğenmişlerdir. Oryantalizm, Batı'nın her zaman hoşuna gider, nasıl Orhan Pamuk da gidiyorsa...
Hem zaten Traviata da "ince hastalıktan" ölmüyor mu canım?
Oldu olacak kızın adını da Menekşe yapsalardı, Violetta... Haybeden küreselleşme olsun.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA