Halk Kılıçdaroğlu'nun konuşmalarını beğenmiyormuş, çünkü bas bas bağırıyormuş. Buna karşılık başbakan sakin konuşuyor, lafın gereken yerinde sesini yükseltiyor.
Heh heh, çünkü başbakan bunun "mektebinde" okumuş, imam ama hem de hatip, yani asıl işi ve mesleği bu!
Kılıçdaroğlu "irticalen" konuşuyor, Erdoğan "camdan" okuyor...
Cam dedikleri, "prompter" aracı, yani yazının aşağıdan yukarıya kaydırıldığı, su gibi aktığı saydam ekran.
Bu ekran kameranın önünde bulunur, kameranın karşısındaki kişi onu görür ama seyirci görmez. Casus filmlerindeki "tek taraflı aynaları" hatırlayın.
Konuşma (ya da haber) metni bu ekrandan akar... Kendini onun hızına uyduracak, çaktırmadan okuyacaksın, okumuyormuş gibi yapacaksın.
Bu, televizyon stüdyosunun raconu. Siyasi parti toplantılarında prompter cihazı yan tarafta da bulunabiliyor. Göz ucuyla okuyacaksın, bakışların kaymayacak.
Kolay iş değildir ha... Zamanla ustalık kazanılır. Acemisi çok kötü çuvallar.
Konuşmacının gösterdiği dikkati kaydırıcıyı kullanan da göstermek, o da yazıyı kaydırma hızını konuşmacının hızına uydurmak, onun durduğu yerde durmak, araya "doğaçlama" kattığı zaman beklemek, sonra neresinden nasıl yeniden başlayacağını iyi kollamak zorundadır.
Zamanla konuşmacıyla yazı kaydırıcı arasında bir uyum oluşur ki, "asist" yapan futbolcuyla gol atan futbolcu arasındaki uyum gibidir.
Ben bu işi aralıksız altı sene, sonra aralıklı olarak da iki sene daha, toplam sekiz yıl süreyle yaptım.
Bilmeyenler soruyorlardı, doğaçlama mı yapıyorsun, biryerlere mi bakıyorsun?
Püf noktası, esas olarak metne sadık kalmak, ama gereken yerde de yazıda olmayan birşeyleri anında konuşmaya katmaktır...
Yani yüzde 80 metin, yüzde 20 doğaçlama diyelim.
Başaramıyorsan, böyle işlere hiç kalkışma. Nitekim, "o da bir şey mi, Engin yapıyor biz de yaparız" diye televizyon yorumcusu olmaya heves eden hemen herkes çok kötü madara olmuştu... Bunların arasında ensesi çok kalın bazı meslekdaşlarımız da vardı, isimleri hatırlatmayalım şimdi.
Televizyon konuşmasını, "gazeteye yazdığı yazıyı çıkıp aynen okumaktır" sandılar. İşin "tiyatroculuk boyutunu" hiç bilemediler.
Susmalar, vurgular, tonlamalar da konuşmanın metni kadar önem taşır çünkü. Yani, iyi kötü bir "belagat kabiliyeti" şarttır. (Bu da yetmez, konuşmanın kralını yapsan, kravatın yamuksa, gömleğin buruşuksa, ceketin lekeliyse kaybettin, kimse lafını dinlemez, herkesin gözü ve aklı oralara takılır.)
Belagat, insanda ya doğuştan vardır, ya da çok çalışarak zamanla geliştirilir. Ama ağzın laf yapmıyorsa, yazının kralını yazıyor olsan havagazıdır.
Kılıçdaroğlu'nda bu yetenek yok.
Onun için, irticalen de konuşsa, camdan da okusa, bağırsa da bağırmasa da, bir "hatip" değildir ve olamaz.
Türk basınında kalem oynatan bazı hokkabazlar, iki seneye kadar Kılıçdaroğlu'nu da devirdikleri zaman, yerine geçirecekleri kuklada bu sefer hiç olmazsa iyi kötü bir "hitabet" yeteneği arasalar iyi ederler...