Rembetiko, meraklısı bilecektir, acıların, kederlerin, hüzünlerin müziğidir.
Bizde çok kişi bunu "taverna müziği" sanır, değildir, tekke müziğidir aslında, esrar tekkesi...
Böyle sanmakta bütün bütüne de haksız değillerdir, çünkü rembetikonun "yozlaşmış" şeklini duymuşlardır hep (içine "elektro buzuki" girmiş türünü), eh, General Metaksas da 1936 yılında tekkeleri kapatıp rembetikoyu çaresiz meyhaneye yöneltmekle buna katkıda bulunmuştur.
Yunan halkı uzun süredir rembetikoyu unutmuştu.
Gerçi Publik gibi mağazalarda eski kayıtların diskleri bulunuyordu ama... (Hayatımda ilk defa Publik, Eleftheroudakis, Metropolis gibi büyük mağazalardan bir tek kitap, CD ya da DVD almadan çıktım, çünkü dişe dokunur hiçbir şey yok, kalmamış, üretilmiyor! Bir daha gelmek kısmet olursa hiçbirini yerinde bulamayabilirim.)
O kadar ki, ortak konu olsun diye rembetikodan söz açtığımda birçok Yunanlı "sen bizden iyi biliyorsun be" diyordu.
Çünkü acıları unutmuş, keyfe dalmışlardı.
Yunan halkı tarih boyunca çok çekti. Tam belini doğrultmuştu ki, aç kötenler, yani Batılı kapitalistler gene ümüğünü sıktılar. Eh, onlar da har vurup harman savurarak buna çanak tuttular. (Gelin de Alman deyince, hele Angela Merkel deyince gözlerinin nasıl döndüğünü görün. Taksi sürücüleri uyarıyorlar, "aman ha, Almanca konuşma, Angela deme, başına dert alırsın"...)
İki büyük besteci, Theodorakis ve Hacıdakis, bu müziği daha üst düzeyde yeniden ürettiler. Theodorakis bunu "solda" yaptı, rembetikonun kabadayı, sert, bitirim yanını aldı işledi, Hacıdakis de daha "bireyci", elbette kendi özel cinselliğinin de etkisiyle daha içli, daha yumuşak, daha dokunaklı bir müzik üretti.
İnanmayacaksınız, bu iki isimin bile modası geçmeye yüz tutmuştu Yunanistan'da...
Varsa yoksa "Rumca arabesk", çakkada çukkada göbek atmaca...
Şimdi halk çok sıkıntıda. İnsanlar bezgin ve mutsuz. Kimsenin yüzü gülmüyor. Zenginler renk vermemeye devam ediyorlar ama kilise de halka çorba ve sebze dağıtıyor bir yandan... Özellikle Yunan memur emeklisi, Türk emekli kardeşinin artık yaşama biçimi haline gelmiş "geçim sıkıntısıyla" tanışıyor. Babasının Alman işgalinde, dedesinin 1922 savaşından sonra aç gezdiğini de unutmuştu.
Umarım bu durum bir şekilde "hayırlara vesile" olur, yani iki halkın birbirini daha iyi anlamasına ve sevmesine...
Umarım bu zor günler, yıllara yayılacağı anlaşılan kötü günler de "Yunan sanatının canlanmasına" yol açar. Yeni besteciler, yeni yorumcular çıkarlar, "her işte bir hayır vardır" sözü doğrulanır.
Zülfü Livaneli'yle de ilk kez bir konuda anlaştık galiba!
Mutlu Tönbekici'ye özel not
Sevgili Mutlu, lahana dolmasını sevdiğin anlaşılıyor... Paros adasından Atina'ya dönünce doğruca Akropolis Müzesi'ne git. Müzeyi boşver, on dakikada gezersin, kafeteryasına git.
Orada bir lahana dolması yapıyorlar ki, altmış yılda öylesini yemedim. Üstüne de bir pırasalı börek, aklın şaşar.
Adamlar dünyada "bir müze kafeteryasında lahana dolması vermeyi akıl eden ilk ve tek halk" olacak kadar bize yakın!
Ben götürürdüm ama müsait değilim.