Yahu bunu bana Viyana'da söylediler... Dediler ki "Viyana'yı iki kere kuşattınız, alamadınız, fakat üçüncü denemenizde başardınız, bu sefer içeriden ele geçirdiniz!"
Öyle ya, havaalanından taksiye biniyorsun, "bitte schön danke schön" falan diye yarım yamalak Almanca'nla otelin yolunu tarif etmeye çalışıyorsun, şoför "gayet selis" bir Türkçe'yle dönüp diyor ki: "Engin abi, sakal bırakmışsın, tanıyamadım"...
Sabahın erken saati, Schubert'in arkadaşı Von Schober'le kadın getirdikleri ve de frengi virüsü kaptığı o ünlü evi görmeye gidiyorsun (karşı köşede de Salieri oturuyormuş meğer), Spiegelgasse, sokakta toplam altı kişi var, dördü Türk.
Ama bizim konumuz Avusturya değil, Almanya.
Almanya, "dünya pastasından" iki kere kendine pay istedi. Şimdi bu, üçüncü girişimidir.
Çünkü geç kalmış bir ülkeydi, hem milli birliğini geç sağlamış, hem de kapitalizm ve emperyalizm yarışında bayrağı İngiltere ve Fransa'ya kaptırmıştı.
Eh, o da gözüne Osmanlı'yı kestirdi ve sımsıkı kavradı. O da battı, biz de battık. O çıktı, biz şimdi şimdi çıkmaya çalışıyoruz.
İki kere dünya savaşına yol açtı, 1914 ve 1939'da. İlkinde "klasik emperyalist ve militarist" tavrıyla, ikincisinde düpedüz "faşist" kimliğiyle.
İkisinde de yenildi.
Birinci yenilginin bedelini kargaşa, iç savaş, istikrarsızlık ve korkunç bir enflasyonla, işsizlikle, açlıkla ödedi.
İkinci yenilginin bedelini de kelimenin tam anlamıyla dümdüz edilerek, toprak kaybederek ve ikiye bölünerek, gene açlıkla, bu kez kadınlarının da orta malı olmaları, sokağa düşmeleriyle... Milyonlarca ölüyü de saymadık.
Militarizmi terketti, ekonomik kalkınmayla belini doğrulttu, bunun da ötesine geçerek eski düşmanları, yeni dostları İngiltere ve Fransa'yı solladı, Avrupa'nın en zengin ülkesi oldu. Yeniden ülke bütünlüğünü sağladı ve kaybettiği toprakların hesabını bu sefer sormamak akıllılığını da gösterdi.
Bunun doğal sonucu olarak, başlangıçta "eli kolu bağlansın da bir daha Fransa'ya saldıramasın" diye kurulmuş olan Avrupa Birliği'ni de ele geçirdi. Fransa aklı sıra bu suretle Almanya'yı dizginleyecek, denetim ve etki altında tutacaktı, tam tersi oldu.
İşte bunun için bir Sarkozy, Merkel'in neredeyse "askeri" olmuştu ve bunun için Hollande'ın seçilir seçilmez ilk işi Berlin'e koşup ayağının tozuyla Merkel'e tekmil vermek oluyor.
Sarkozy gitti, elbette Merkel de gidecek.
Ama Almanya'nın konumu ve "hegemonyası" değişmeyecek.
Bizim açımızdan değişiklik bir "üslup farkından" ibarettir, yeni Fransız hariciye vekili Fabius, bize Sarkozy gibi öküzce hayır demeyecektir de, işi kibarca yokuşa sürecektir. Almanya cephesinde de böyle olacaktır.
Bakınız Almanya şimdi de Yunanistan'ı bir Düyun-u Umumiye yönetimi kurarak ele geçirmeye çalışıyor, hani genelev patronunun kadını borçlandırarak kendine bağlaması gibi... Sırada, punduna getirebilirse İspanya, İtalya, İrlanda da var.
Ele geçirmek günümüzde böyle oluyor. Herhalde Alman ordusu Bundeswehr, atası Wehrmacht gibi Yunan topraklarına yürüyecek değildi...
Biz de "böyle bir Avrupa'da ne işimiz var" sorusunu yavaş yavaş kendimize sormaya başladık. "Vazgeçtik" tavrı da günün birinde gelebilecektir.
Haaa, yoksa Alman boyunduruğuna yeniden girmek mi istiyorsunuz? Borçlanmak ve gene kıskıvrak sarmaya alınmak?
O zaman kendinize yeni bir Enver de bulursunuz artık canım, Silivri pazarında satıyorlar...