Kemal Tahir bize, altmışlı yılların gençlerine çok şey, hem de çok şey öğretti ama vahim yanlışları da vardı...
Halkın içinde yaşadığı derin yoksulluğu kendisi de gençliğinden beri içinden yaşayarak görüyor ama bunu halkın "azla yetinme alışkanlığına" bağlıyor ve kendi kafasında geliştirdiği bir tür "yerli sosyalizm" için bu sözde alışkanlığı bir "dayanak" sanıyordu. Bunu bir "meziyet" sandı, yalnızca çaresizlikten ileri geldiğini anlayamadı.
Halkın o korkunç "tüketim açlığını" bir türlü değerlendiremedi.
Bunu değerlendiren Turgut Özal, 1983 seçimlerinde sandıkları sildi süpürdü. Tüketim açlığı bugün de sürüyor, ama eskisi kadar koyu değildir. (Mangalcıların ızgara et düşkünlüğü yerini yavaş yavaş soğuk tavuk buduna bırakmaya başlıyor...)
İşte bu nedenle de halka "yoksullukta eşitlik" vaadedenler toplam yüzde 1 oyu bile bulamıyorlar... "Devrim sonrası Türkiye" filmi çekenler aslında başka bir şey çekmiş oluyorlar.
Kemal Tahir'in başka bir yanlışı, köylünün ancak "şehirliye koşulduğu zaman" bir "işe yarayacağını" sanmasıdır. (Bu "koşulma" lafı yüzünden sosyalistlerden, özellikle Köy Enstitüsü mezunlarından o zamanlar epey küfür yemişti.) Anadolu burjuvazisinin bürokrasiye kafa tutarak gelişeceğini hiç düşünemedi.
Bürokrasiden illallah demiş olan köylü bu sefer de sol kadrolara koşulacak ve memleket kurtulacaktı! Bir boyunduruktan kurtulup gönüllü olarak bir başka boyunduruğa sürüklenecekti yani... (Nitekim, "komünist Turan İmparatorluğu" isteyen bazı şaşkınlar da, "soydaşlarımız komünist Moskova'nın sultasından yeni çıktılar, bir de komünist Ankara'nın sultasına mı girecekler" sorumuza asla cevap veremediler.)
Kemal Tahir'in diğer bir yanlışı da, "kerim devlet" fikrine çok saplanması ve bunu geleceğe yansıtmaya çalışmasıdır. Osmanlı İmparatorluğu'nu kusursuz "kerim devlet" olarak algılıyor, "sınıfsız toplum" olduğunu düşünüyordu... Amaç bu kerim devlete yeniden ulaşmak olmalıydı.
Oysa her toplum gibi Osmanlı toplumu da elbette sınıflıydı. Yani, mükemmel değildi. (Mükemmel tekamüle aykırıdır ve yalnızca Allah'a mahsustur, Muhyiddin-i Arabi Hazretleri mi söylemişti, İmam Gazali mi?)
Fakat Osmanlı'da sınıflar, Batı toplumlarındaki sınıflardan farklıydı (vallahi kusura bakmayınız, bunu da Karl Marx söylüyor.)
Bizde bir aristokrat sınıfı yoktu (oluşmak üzereydi, Fatih Mehmet törpüledi.)
Bizde "kapıkulları" vardı, bir "süper bürokrat" sınıfı... (En son militanları bugün Silivri ve Hasdal'da misafir ediliyorlar.)
Burjuvazi de vardı ama bunlar gayrımüslimlerdi. Elbette milli değillerdi, çünkü Osmanlı milli değildi ki...
Emre Aköz kardeşim bir tartışma başlatmış, çorbada benim de tuzum bulunsun: Osmanlı'yı mükemmel sanmakla, Atatürk dönemini mükemmel sanmak arasında bir fark yoktur. İkisi de ya cahillik, ya körlük, ya ahmaklık ürünüdür, ya da hepsi birden.
Örneğin, Kanuni Süleyman var ya, hani Hürrem'in kocası...
Kanun adamı olduğu için değil, tam tersine onun döneminde kanunsuzluk ayyuka çıktığı için halkın bu ismi "gırgırına" taktığı söylenir!
İroni yani. Eşeklerin anlamadıkları söz sanatı.