Eisenhower, 1955 yılında Süveyş krizi çıktığında, "Osmanlı İmparatorluğu bu bölgede varolsaydı bunları yaşamazdık" demiş, bilmiyordum, Mehmet Barlas'tan öğrendim.
Yazıya böyle girersen okunma şansın da kalmaz çelebi! Hem iki tane yabancı isim, hem 1955 gibi gençlere "tarih öncesi" gelen bir yıl...
Neyse canım, beterin beteri var: Yorumculuk yaptığım yıllarda bizim televizyonda çalışan bir lumpen oğlan vardı... Kadın berberi... Bir gün çocukluk anılarımı anlatıyordum, Başkan Eisenhower'ın 1959 yılında Ankara'ya gelişinden sözettim... Lumpen oğlan "hadi be," dedi, "Amerikan başbakanı Charles Aznavour ne zaman Türkiye'ye geldi ki?"
"Ike" namıyla maruf ünlü komutan ve başkan, Osmanlı'yla ilgili bu sözünü kime söylemiştir bilemem ama o sırada ben merhum Fatin Rüştü Zorlu'nun yerinde olsaydım, "Hariciye Vekili" olsaydım yani, cevabını yapıştırırdım: "Peki o zaman siz müttefikler Osmanlı İmparatorluğu'nu niçin yıktınız?"
Sevgili Mehmet ağabey de, "keşke Osmanlı Baharı diyebileceğimiz İkinci Meşrutiyet demokrasisi İttihatçı darbeyle sona ermeseydi de Osmanlı hem bölgeye hem de bize istikrarsızlıkları değil demokrasiyi miras olarak bıraksaydı" diye iç geçirmiş...
Elbette. Teyzemin bazı organları değişik olsaydı kendisine dayı diyecektim ben de.
Fakat 1908 yılında gerçekten memlekette bir bahar havası esmişti, otuz yıl önce Abdülhamid'in kaldırdığı anayasa yeniden yürürlüğe konuyor, imparatorluğun bütün halkları reform ve demokrasi bekliyor, "imam, papaz ve haham kolkola geziyorlardı"... Bu abartma değil gerçektir.
Olmadı. Bir kere, gizli İttihat ve Terakki Cemiyeti "legale çıktı", siyasi partiye dönüştü ama tek başına iktidara gelemedi (mirasçıları bugün de gelemiyorlar.)
İkincisi, İtalya Libya'ya saldırdı, bizim devrimden iki yıl sonra, 1910 yılında.
Bu emperyalist saldırıya İtalyan sosyalistleri bile destek verdiler. (Hem Fransız hem Alman sosyalistlerinin karşılıklı olarak Birinci Dünya Savaşı'na destek vermekten utanmayacakları gibi.)
Hemen hepsi mason olan İttihatçı yöneticiler birdenbire apışıp kaldılar: Demek ki adalet, müsavat, uhuvvet falan, o güne kadar hayal dünyalarını besleyen her şey, Avrupalı'nın gözünde artık "hikâyeydi!" (Ayrıntılar için Ömer Seyfettin'i okuyunuz.)
Paniğe kapılan İttihat ve Terakki, 1911 yılında politikasını yüz seksen derece değiştirdi.
"Halkların eşitliği" iddiası bırakıldı, ırkçılığa varan "Türk milliyetçiliği" esas alındı.
"Bunlardan da bir halt olmaz" kararına varan Balkan ülkeleri de 1912'de imparatorluğa savaş açtılar ve kazandılar.
Bunun üzerine 1913 başında İttihatçılar darbe yaptılar ve imparatorluğun yönetimine zorla el koyup beş sene içinde onu batırdılar.
Kemal Tahir, "tuttukları yol onları ancak bu sonuca götürebilirdi" der...
Olabilir miydi? Halklara vaat ettiklerinden şaşmasalar, Osmanlı İmparatorluğu eşit halkların eşit haklarına dayalı bir konfederasyona dönüşebilseydi ayakta kalır mıydı?
Mustafa Kemal Bey herhalde emekli bir albay olarak 1938 yılında Selanik'te vefat ederdi!...
Acaba bundan yüz sene sonra da birileri çıkıp bizim için "tuttukları yol cumhuriyeti ancak yıkıma götürebilirdi, eşit haklara dayalı bir federasyona gidebilselerdi ayakta kalırlardı" diyecek midir?