Başbakana acılı gününde başsağlığı dilemekten bile çekinir olduk, basının iti kopuğu "yağcı" diye üstümüze saldırır...
Aslında Türk basınının bazı soytarılıklarına bayılırım: Paris'in en ücra banliyösünde beş araba ateşe verilir, manşeti basarlar: "Paris yanıyor!"... Çatalca'nın köyünde aç ve uyuz bir kurt görülüp kovalanır, başlık hazırdır: "İstanbul'a kurt indi!"
Fıkrası bile var, hani doktorlar iktidarsızlık çeken erkeklere tavsiye ediyorlarmış, çırılçıplak soyunun, oranıza bir gazete serin... Çünkü basın herşeyi büyütür!
Şimdi de "68 kuşağı" hortlamış.
Hani Stephane Hessel'in Batı'da aylardır satış rekorları kıran "Öfkelenin!" adlı kitabını okusalar da bunu yazsalar anlayacağım da...
"68 ruhu harekete geçmiş, kapitalizmin canına okuyacakmış"... Saçı sakalı ağarmış eski devrimciler, yani bizim oğlanlar böyle avunuyorlar.
O dönemi ıskalamış ama 12 Eylül günlerine yetişmiş birisi de geçen gün "Tayyip Erdoğan'ın işsizlik, eğitim ve sağlık sorunlarını çözerek sosyalizm uyguladığını" söylüyordu.
Humaka fışkıracak toprağı sıksan, humaka!
Arap gençleri ayaklandılar, Atina sokakları kaynıyor, şimdi de Wall Street'te olaylar çıktı ya... 68 kuşağı geliyormuş, kendisi değil tabii, ruhu... Kendisi şu anda dede oldu, torun gezdiriyor.
68 kuşağı, o sıralar aydın çevrelerini kasıp kavuran, şimdilerde kimsenin adını bile hatırlamadığı Herbert Marcuse gibi birtakım "feylesoflardan" esinlenmişti.
"Küskün Marksistler" de diyebileceğimiz bu tür adamlar Batı ülkelerinin işçi sınıflarından umut kesmişler (onları rahata alışmış ve gevşek buluyorlardı), devrimi gençlikten bekliyorlardı. Sınıfın yerine bir zümreyi bile değil, alt tarafı değişken ve bulanık bir "sosyal kategoriyi" geçiriyorlar ve kendilerine hâlâ Marksist demekten de utanmıyorlardı.
Bizde de böyle enayi çoktur da, onlar devrimi bürokrasiden ("asker-sivil aydınlar" dedikleri şeyden!) beklerler ve kendilerine solcu demekten de hiç utanmazlar.
Aslında, Fransa'da 68 olayları neden çıktı, bilir misiniz? Erkek öğrenci yurduna kız arkadaş sokabilme talebinden! (İstediklerini de elde ettiler, ertesi yıl Paris'e gittim, yurtta kalıyorum, maşallah vızır vızır!...)
Peki bize nasıl yansıdı bu?
Bize, "dikta özlemi" şeklinde yansıdı.
Bizim oğlanların derdi özgürlük değil, komünist diktaydı.
Çoğu da, bunun "asker eliyle" sağlanabileceğini düşünecek kadar ahmaktı.
Şimdilerde de Batı gençliği çok huzursuzdur. Bunun nedeni elbette ekonomik krizdir. (1968 yılında ekonomik kriz değil, ünlü Fransız gazetecisi, hepimizin ablası Françoise Giroud'nun o zamanlar bulduğu harika tanımla "huzur azgınlığı" vardı!...)
Fakat bugün istedikleri sosyalizm falan değil, kapitalizm içinde iş ve aştır, o kadar.
Kapitalizmin ortadan kalkması için değil, daha iyi işlemesi için mücadele veriliyor. (Vara yoğa ayaklanmaktan zevk alan "Yunanlı anarşistler" tarihin trenini kaçırmış romantik çocuklardır ve esamileri okunmaz, bu olaylarda ancak "kenar süsü" olurlar.)
Geçen gün de önde gelen iktisat uzmanlarından biri, "pusuda bekleyen asıl krizin 1930 krizinden bile beter olabileceğini" söylüyordu...
Bundan sosyalizm çıkmaz, çıksa çıksa önce faşizm, arkasından dünya savaşı çıkar.
Bize düşen de artık, "Cabaret" filminde "Yarın Benimdir" şarkısını söyleyen Nazi oğlana bakıp bakıp kafasını iki yana sallayan yaşlı adamın umutsuz üzüntüsü olur...