Geçen gün kafama takılan ve de dün sözünü ettiğim o yazıda (Güngör Uras'ın yazısı) şöyle bir cümle vardı: "Bir lokma bir hırka felsefesiyle yetiştirildik"...
Doğrudur ama eksik ve de çarpıktır.
Memurlar, öteden beri "halkın" bu felsefeye kendiliğinden sarıldığını sanırlar.
Bundan giderek halkı uyuşuklukla, miskinlikle, "şark tevekkülüyle" falan suçlarlar. Suçun kaynağını da elbette İslam olarak görürler.
Oysa "azla yetinmenin erdemi" halkın değil bizzat memurların erdemidir!
Memur zihniyetinde olan, hem kendisi para kazanamadığı için kimse de kazanmasın ister, hem kazanmayanı suçlar, hem de kazananı aşağılar.
Bazı Türk sosyalistleri de halkın yoksulluğunu erdem saymışlar, kuracakları düzende bunun "sürmesini" istemişlerdi. (Refah vaadedemiyorlardı ki!)
Merhum Kemal Tahir, halkın "bürokrata koşulma" özelliğini ve kanaatkârlığını, yani "azla yetinme" yeteneğini, "yerli bir sosyalizm" için temel taşı kabul ediyordu...
Oysa halk, yoksul bırakıldığı için azla yetinmek zorunda kalmıştı, bürokrasinin emirlerini de çaresizlikten yerine getiriyordu!
"Üretim araçlarının kimin elinde olacağı" falan filan, bir avuç solcuyu ilgilendiren akademik bir meseleydi, halk "tüketime" açtı.
Solun halka bunu sağlaması da sözkonusu bile değildi. Bunu sol da biliyordu, halk da.
İşte bunun için hep "sağ" kabul edilen liderlere, partilere oy verdi.
"Kendi yağımızla kavrulma" politikalarını da, bunun felsefesini de hiç sevmedi halk...
İşte bu nedenle, "otarşi" politikası öneren Kemalistler hiçbir serbest seçimi kazanamamışlardır, kazanamazlar. Bu politikayı ancak "sopa zoruyla" uygulayabilirler, ilk fırsatta iktidardan düşürülmek üzere...
İşte bu nedenle de Ergenekon çetesinin hiçbir toplum tabanı yoktur... Legal MHP de barajın altında üstünde dolanır durur, hiçbir zaman tek başına iktidara gelemez, ancak fırsatını bulduğunda koalisyonlara stepne olur (1975, 1977 ve 1999 yıllarında olduğu gibi...)
Halk tüketime açtı, henüz doymuş da değildir.
Bunu görmemekte direnenlere, hafta sonları çayır çimene kurulan "mangallara" bakmalarını tavsiye ederiz. Halk "kolesterolden korkmadığı" için değil, "doyasıya et yemeyi daha şimdi şimdi, yeni başarabildiği" için mangal sevmektedir.
Toplu taşıma araçlarına da, kamu dayanışması bilinciyle değil, "henüz araba alamadığı için" binmektedir.
Toplu taşımacılığın erdemini sayıp döken, geçmişte "çirkin ama sağlam" komünist ülke ürünlerini savunmuş, halkı sosyal konutlara tıkmayı planlayan birtakım gazetecilerin her seçimde döne döne madara olmaları ve halka kızıp ağızlarını bozmaları bundandır...
Sol Kemalistler'e, biz bırakalım, en güzel ve tarihe geçecek nitelikte yanıtı, arkadaşımız Serdar Turgut versin. Geçenlerde dedi ki:
"Halk kapitalizmi sevdi!"
Halk sınıf değiştirme kavgasındadır.
Onu geri bırakmış olan eski merkeze, İstanbul'a da son derece tepkilidir. (Yeni merkeze, Ankara'ya bayıldığı da söylenemez.)
"Sosyal mobilitenin" gerçi eski hızı (seksenli ve doksanlı yıllardaki başdöndürücü hızı) kesilmiştir ama toplum henüz durulmamış, sınıflar yerli yerlerine henüz oturmamışlardır.
Sosyaldemokrasi, ancak bundan sonra, bu aşamadan sonra, diyelim 2050 yılında falan gündeme gelebilecektir (o da, kendini sol diye yutturan köhne bürokrat partisi sahneden çekilir, gerçek bir sosyaldemokrasi hareketi doğarsa...)
Bunu göremeyen her seçimde avucunu yalar.