Buna demişler ki, "oğlum, sahneye, seyirci karşısına çıkacaksın, öyle hırpani gibi çıkılmaz, git kendine efendi gibi bir takım elbise uydur"...
O da gitmiş, Sevilla şehrinin Triana semtinin bitpazarından bir elbise almış, siyah üstüne kalın beyaz çubuklu. Kravat kullanmıyor, çünkü kravat takınca daral geliyor.
Elbette beyaz gömlekli, elbette beyaz çoraplı. Kara sakallı, uzun kara kıvırcık saçlı.
(Triana, ünlü Carmen'in semtidir... Triana'nın içinde bir de "Las Vegas" tabir edilen özel bir mahalle vardır ki, Sevilla Emniyet Müdürü, İngiliz gazeteci Giles Tremlett'in "oraya niçin bir karakol kurmuyorsunuz" sorusuna "adamlarımı göz göre göre ölüme gönderemem" diye cevap vermişti...)
Dalga geçiyorum, çocuk Madrid doğumlu, elbiseyi herhalde Madrid'in bitpazarı El Rastro'dan almıştır.
Altın kolye, taşlı künye, şövalye yüzük, bir delikanlıya delikanlılıkta lazım olacak her türlü araç gereç ve takı da yerli yerinde.
Sonra tango söylemeye başlıyor, "kendi itikadınca"... Flamenco tango.
Fakat bir söylüyor ki...
Diego El Cigala... "Cırcırböceği" namıyla maruf bizim Diego, eski dostumuz! Asıl adı Diego Ramon Jimenez Salazar. Kırk üç yaşında.
(Gelmiş geçmiş en büyük flamenco şarkıcısı kabul edilen Camaron de La Isla'nın ismi de "ada karidesi" anlamına gelirdi... Gerçek adı Jose Cruz.)
Cırcırböceği Diego, birkaç yıl önce, gelmiş geçmiş en büyük caz piyanistlerinden Kübalı Bebo Valdez ile bir albüm yapmış, dünyayı birbirine katmıştı: "Siyah-Beyaz"...
O orkestrada "cajon" çalmak isterdim doğrusu, Peru davulu...
CD'siyle yetinmeyiniz, mutlaka DVD'sini de seyrediniz, çarpılınız. Elbette siyah-beyazdır. Renkli olamazdı (Çeken de ünlü yönetmen Fernando Trueba.)
Birkaç albümü daha var da, "Lagrimas Negras" güzeldir, kara gözyaşları.
Şimdi de yeni bir çalışması, "Cigala y Tango"...
Cırcırböceği ve tango... Temel ile hamsi gibi bir şey...
Klasik tangolar da söylüyor (örneğin El Dia Que Me Quieras), yeni eserler de. "Baba" filminin şarkısını isterseniz, onu da söylüyor.
Ama ne söylüyor...
Diski de filmi de henüz bizim buralara gelmedi.
Kollayınız, gelince hemen üstüne atlayıp bir tane alınız. Pişman olmayacaksınız.
Birkaç yıl önce İspanya'da ulusal çapta bir flamenco yarışması düzenlemek istemişlerdi...
Fakat baktılar ki, bu düzeydeki sanatçıların yarıdan fazlası hapiste! Kimisi yankesicilikten yatıyor, kimisi adam bıçaklamaktan, kimisi uyuşturucudan, kimisi fuhuşa teşvikten.
İster istemez yarışmayı "İspanya hapisanelerarası flamenco yarışmasına" çevirdiler, sanatçılar bir hapisaneden ötekine özel koruma arabalarıyla getirildiler götürüldüler.
Şenliklidir flamenco dünyası!
Bu tür "fusion" çalışmaları da çok başarılı sonuçlar veriyor. Örneğin gene ünlü flamenco şarkıcısı Ana Salazar, Edith Piaf şarkılarının İspanyolca'sını kendi tarzında söyledi, ortaya çok güzel bir albüm çıktı. (Islak saçlı ve iri kalçalı, iç gıcıklayıcı bir hatundur kendisi. Türk basınının bizi sevmeyen bazı "dilberleri" üzülsünler, hepsine beş basar.)
Haşmet Babaoğlu, bizim Diego'yu çok sevmiş, "rock söylese çok başarılı olur, gırtlağı uygun" demişti.
Söyleyecek Haşmet, söyleyecek, klasik flamenco söyledi, jazz flamenco söyledi, tango flamenco söyledi, eminim "flamenco rock" da yapacak yakında.
Kendi itikadınca tabii.