Önemli bir devlet görevlisi, diplomat, yedi göbek değil seksen yedi göbek İzmirli, kendisinden izin almadığım için adını açıklamam, bana demişti ki:
"Altılar'ı asla affetmem! Halkı hiç düşünmediler! Onların yüzünden ordunun yanısıra binlerce sivil de mahvoldu..."
Bunlara anası da dahildi, o zaman üç yaşında. Geçenlerde İstanbul'a geldi de teyze, şimdi doksan bir yaşında, gidip elini öpemedim, üzüldüm.
Bunu söyleyen bir Yunanlı. (İzmirli deyince siz Türk mü sandınız?)
"Altılar"ı halk affetmiyor ama devlet etti. Anadolu'da yenildikleri için kurşuna dizilen başbakan, dört bakan ve bir generale "iade-i itibar" edilmiş bulunuyor. Artık onlara "vatan haini" denilmeyecekmiş.
Başbakan Ghounaris, başkomutan Hacıanestis, ve Protopapadakis, Baltacis, Theotokis, Stratos isimli bakanlar... (Aynı davada Goudas ile Stratigos'un ömür boyu hapis yediklerini vallahi ben de bilmiyordum, bizim Stelyos'tan öğrendim, Atina muhabirimiz Berberakis.)
Pis bir kasım günü kurşuna dizilmişlerdi, Mudanya Mütarekesi'nden iki hafta sonra, başbakan tifoya yakalanmış, ayakta duramıyormuş, duvarın dibine çömeltmişler de öyle vurmuşlar.
O sıralar genç bir gazeteci olan Hemingway anlatır, okursanız hapisane avlusunun su birikintilerini, sarı yaprakları da görür, havada asılı benzin kokusunu duyarsınız...
Yunan Yargıtayı'nda iptal davasını Protopapadakis'in torunu açmıştı, hatırlarsınız, "neticede biz İzmir'i işgal altında bulunduruyorduk, orası vatan toprağı değildi, dolayısıyla dedem bir 'istila savaşında' yenilmiş ama vatanımıza ihanet etmemiştir" şeklinde ilginç bir de savunması vardı...
İyi oluyor, iyi oluyor...
Yok, herifçioğulları seksen sekiz yıl sonra aklandıkları için değil tabii. Ölmüşler kalmışlar bana ne? Göçmenler ve "mübadiller" çok haklı olarak bu heriflerden nefret ederler.
Bizim açımızdan, bu konular Türk kamuoyunda "öğrenildikleri" için iyi oluyor.
Yirmi beş yıldır kaç kere yazdım ama Türk'ün ilgi göstermesi için bu temyiz davasını beklemek gerekiyormuş...
Öyle ya, bize "soyut" bir Yunanlı düşman öğretildi hep. Pek pek "Venizelos" adında bir adam.
Cephenin karşı tarafında neler olup bittiğini bizim burada kimse bilmedi, merak da etmedi. Yunan'ı yenmiştik, hepsi buydu.
Oysa "düşmanını tanı" demiş olan büyük Çinli düşünür Sun Tzu'nun temel ilkesini bile ihmal ediyorlardı bizim Kemalistler! (Mareşal Montgomery, El Alamein muharebesinden bir gece önce Rommel ve Guderian'ın kitaplarını okuyormuş... Bizde olsa "yasak yayın bulundurmaktan" adamı içeri atarlar.)
Bize o dönemin Yunanistan'ını "monoblok" olarak öğrettiler.
Örneğin, 1920 seçimlerini Venizelos'un kaybettiğini, İngiltere'nin Anadolu savaşına bakışının bir anda değiştiğini, o güne kadar açıkça Yunanistan'ı tutanların Atina yönetiminden adım adım soğuduklarını ve "bekle gör" politikasına geçtiklerini kimse tartışmadı...
"Yedi düvele" karşı savaşıyorduk ya!...
O düvellerden Fransa'yla daha 1921 yılı başında anlaştığımızı, adamlardan yardım aldığımızı (hem para hem top) niçin sakladınız muhteremler?
Sovyetler Birliği'nden kasa kasa altın geldiğini de yeni kuşaklardan titizlikle sakladığınız gibi?
Yunan komünistlerinin savaşmak istemediklerini, siperlere kızıl bayrak çektiklerini yeni kuşaklara öğretmek çok mu ağırınıza gitti?
Yendiğimiz Yunan ordusunun yeteneksiz subaylar tarafından komuta edilen (Hacıanestis gerçek anlamda bir ruh hastasıydı) yorgun, moralsiz, umutsuz, üstelik siyasi çekişmelerle birbirini yiyen döküntü bir ordu olduğunu, 1922 ortalarında "bir koysan devrilecek" durumda bulunduğunu niçin anlatmadınız tarih derslerinde?
Şanlı zaferimize "halel" gelir diye mi?
İyi, tek düveli yenin, yedi düveli yendik diye sevinin.
Fakat gerçeklerin, günün birinde mutlaka ortaya çıkmak gibi kötü bir huyları vardır...