Ama artık kabak tadı verdiler ha!
Geçen gün, az satışlı bir gazetede imzasız bir ahmak, "Savarona'da önemli görüşmeler yapıldığını" yazıyordu...
Yok efendim, Rus ve Ukraynalı kızlarla yapılan yeni "görüşmeler" değil, Atatürk devrindeki görüşmeler...
Okumuyorlar.
Kendilerininkinden çok daha fazla satan gazetelerden hoşlanmıyor olmalılar. Okumak da istemiyorlar, öğrenmek de istemiyorlar.
Ya da domuzluğuna yapıyorlar.
Savarona'da önemli görüşmeler falan yapılmamıştır.
Yazan ahmak, "Atatürk Savarona'da ne yapar? Yapsa yapsa önemli görüşmeler yapar herhalde" diye düşünüyor olmalı...
Savarona, 1938 yılında, Atatürk'ün hayatının son yılının son aylarında ülkemize gelmiş, Atatürk ona yalnızca birkaç kere binebilmiştir!
Artık ayakta duracak gücü kalmadığı için de "yedekte" inip binebiliyor, koltukla götürülüp getiriliyordu. İyice kötüleyince, Dolmabahçe Sarayı'na geri götürüldü (hani şu içki ve kadın düşkünü pis padişahların içinde zevk ve sefaya daldıkları pis Osmanlı sarayı...)
Savarona 1938 yılının haziran ayında İstanbul'a geldi, Atatürk orada aralıklı olarak toplam altı hafta geçirdi, yani yaz mevsiminde hepi topu bir buçuk ay... Hükümetin de birkaç kere orada toplandığı söylenir ("önemli toplantılar" bunlar olsa gerek.)
Haa, bir de Romanya kralı Carol gelmiştir ki, "nezaket protokolunun" dışında kralla ne görüşüldüğü konusunda tarihçilerimiz bizi aydınlatsınlar bakalım.
Ama bu Savarona konusunu öyle bir "pazarlıyorlar" ki, sanki Atatürk cumhuriyeti kurmuş, Savarona'ya bir binmiş, on beş yıl boyunca bir daha da inmek bilmemiş! (Daha önceleri Ertuğrul yatını kullanırdı.)
Mesele bundan ibarettir... Atatürk'ün kaybedileceği iyice anlaşılınca, son günlerini rahat ve huzurlu geçirebilmesi, "temiz hava alması" için satın alınmış bir gezinti teknesidir Savarona, başka da hiçbir şey değildir.
Kutsal bir gemi, hele hiç değil.
Şimdi orada fuhuş yapıldığı ortaya çıkarılmış, Kemalist basın çığlıklar atıyor: Hem de Atatürk'ün yatında!
Gülcemal vapurunda olsaydı ne farkedecekti?
Atatürk'ün ayağıyla dokunduğu yer kutsal mıdır?
Yüz sürsem o kutlu güverte tahtalarına... Utanmasalar bunu da yazacaklar.
Bakın nasıl gülünç oluyorlar: Ünlü bir şarkıcı- düşünür, "Atatürk'ün kaldığı otellerde izini sürmeyi görev bilirim" diyerek, Berlin'de, oda fiyatları çok yüksek olan Adlon'da kalmış, bunu da ballandıra ballandıra anlatmıştı.
Fakat bilmediği bir şey vardı: Savaştan her nasılsa sağlam çıkan Adlon, hemen savaş sonrası günlerde yanmış (1945 yılının mayıs ayı), kalıntıları da yıktırılmıştı. Adlon'u, mümkün olduğunca aslına benzetmeye çalışarak, 1997 yılında yeniden yaptılar.
Arkadaşın kaldığı otel "çakma Adlon'du" yani! Oraya Atatürk'ün kılı bile değmemişti...
Bendeniz de Viyana'da Atatürk'ün kaldığı Bristol'de kalmaya, çay içtiği Imperial'de çay içmeye niyetlendim de, fiyatları görünce "hovardalığın lüzumu yok" dedim, vazgeçtim. Bizim harcırahımızı "ecnebide tedavi tertibinden" Harbiye Nezareti ödemiyordu.
Şimdi artık Savarona kadın satıcılarının elinden kurtarılacak, yıllardır savunduğumuz şekilde müze olacak.
Yetmez! Kirlendi bir kere... Namusu gitti...
Güvertede ve Atatürk'ün kamarasında tütsüler yakılmalı, Rus karılarının popolarını koydukları çarşaflar ve yastık yüzleri de yakılarak imha edilmelidir! Bir arındırma (purification) eylemi şarttır. Bu operasyon süresince "Atatürk başrahibesi" (ADD başkanı) Sayın Tansel Çölaşan yüksek sesle Nutuk'tan parçalar okumalı, tören Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi'yle bitirilmelidir.
1870 yılında Prusya ordusu birkaç günlüğüne Paris'e girip çıktığında, Fransızlar, Prusyalılar'ın ayaklarının değdiği cadde ve kaldırım taşlarını tütsüler yakarak "arıtmışlardı"... Muasır medeniyet seviyesinde onlardan geri kalmayalım arkadaşlar!