Derler ki, Viyana kahvelerini Viyana kahvesi yapan, Yahudi aydınlardı. Adamların kökünü kurutunca elde müşteri kalmadı.
Birkaç gündür Viyana'da o kahve senin, bu kahve benim, dolanıp duruyorum. Kendi kendime Griensteidl'da Karl Kraus ile laflıyor, Museum'da Elias Canetti'yle şakalaşıyorum, Landtmann'da Doktor Freud oturuyor, Central'da Stefan Zweig anlatıyor, derken kapıdan içeri kolunun altında yeni resimleriyle Egon Schiele giriveriyor... Garsonu çağırıyorum... Herr Ober, haben Sie den Herrn Klimt gesehen? Hayır, o bugün uğramadı, mein Herr...
Bunların hepsi hayal. Viyana kahvelerinin tadı yok, elmalı turta yemeyeceksen...
Nazi kalmamış artık, o "nursuz ihtiyarlar" ortalıkta görünmüyorlar... Öyle ya, savaş bittiği gün doğan çocuk bile şu anda altmış beş yaşından gün almış bulunuyor...
Kahvelerde bol Japon turist... Fazla takılmadan hemen bir şeyler içip kalkmak, bir an önce gideceği diğer yerlere koşturmak üzere... Bir de karnı acıkanlar... Kahveler lokantaya dönüşmüşler, dön dolaş gulaş.
Fakat "entellektüel" de yok. Hawelka'da birkaç uzun saçlı zıpçıktı, o kadar.
Geleneği yaşatmaya çalışan birkaç genç, ellerinde gazetelerin takılı oldukları sopalar, ciddi ciddi okur gibi yapıyorlar. Ama o gazetelerde "Arşidük Ferdinand Saraybosna'da vuruldu" ya da "Alman ordusu ülkemize girdi" gibi haberler yok ki...
Gürültü yok, tartışma yok, kavga yok, "muhabbet" yok...
Fakat sigara var!
Demek ki hayatın ilginç olmaktan çıkmasının sigarayla ilgisi yok. Çağ değişmiş. Gerilim kalmamış (geri kalmış ülkeler hariç)...
Politika da yok. Sol yok. Kimseyle tartışmanın da gereği yok.
Haaa, bir de, herkeste para var tabii artık! Bir kahve söyleyip onunla sekiz saat geçirmeye çalışan çulsuz kalmamış buralarda!
Daha önce de yazmıştım, telefon etmeye giren yok, telefon herkesin cebinde.
Kahve yaşıyor da, "kahvehane kültürü" ölmüş...
Paris de böyledir. Hasan Bülent Kahraman da geçen gün yakınıyordu...
Çünkü artık Paris kahvelerinde üçüncü dünya ülkelerinin "oturduğu yerden ülkesini kurtarmaya çalışan" ateşli öğrencileri de kalmadı...
Unutmayalım: Cinsellik de yok. Karı kız da düşmez artık.
AIDS salgını, Batı'nın altmışlı yıllarda yaşamaya başladığı, yetmişlerin başında eh çok şükür bizim de "nasiplendiğimiz" cinsel patlamayı öldürdü. Kahvelerde hiçkimseyi artık kafasını usturayla kazıtmış, dudaklarından kan damlayan, elektrik tüküren zenci kadınlar beklemiyor, Attila İlhan'ı bekledikleri gibi...
Bu durumda sigara içsen ne olacak, içmesen ne farkedecek keferenin kahvehanesinde?
İstanbul'da da böyle olacaktır.
Yazık. Türk üst tabakası tam da kahve kültürünü yeni keşfetmiş ve sevmişti... Yeni içkiler, yeni yemekler tatmıştı... Bir kadınla, ona saldırmadan yan yana bulunmayı öğrenmişti... Sosyalleşmişti...
"Atomize" edilmiş yeni hayatınıza ve dumansız ortamlarda gereksiz oturmalara hoş geldiniz efendim. Aman sağlıklı yaşayınız. Aptal kutusunu sağlıklı seyreder, magazin paçavralarını sağlıklı okursunuz, ortalığı kaplamış çocuk ve yeniyetme filmlerini sağlıklı izler, elektronik oyuncaklarınızla sağlıklı oynarsınız. Yirmi birinci yüzyılın insanı boş kafalı olsun ama yeter ki sağlıklı bulunsun. Bakarsınız yeni bir paylaşım savaşı çıkar da asker masker lazım olur ölmeye öldürmeye... Sağlıklı olsun. Bize, geçen yüzyılın insanlarına da, eh, "sağlık olsun"...