Tarihin yazıldığı mekânların izini sürmeyi severim: Budapeşte'ye gittiğimde ilk aradığım yerlerden biri, 1956 ayaklanmasında ünlü Albay Pal Maleter'in ünlü karargâhı Kilian Kışlası olmuştu... Delik deşik cephesi, tank dayanmış kapısı, duvarlarında mermi izleri, önünde nöbet tutan eli tüfekli genç kızlar, konuya meraklı olanların da, o dönemi yaşayanların da belleğindedir. Kolayca buldum, meğerse havaalanına giden yol üzerindeymiş, Üllöi Caddesi.
İşhanı yapmışlar. Fakat atlamak mümkün değil, çünkü kapısında kocaman bir "plaket", direniş ve özgürlük kahramanlarının anısına... Macar renklerinden, kırmızı, beyaz, yeşil, bir de çiçek demeti...
Gelenektir, özel olayların geçtiği ve özel insanların yaşadığı yerlere plaket konur... Paris'te hemen her yazarın evinin kapısında, hemen her tarihi noktada böyle tabelalar vardır. 1944 yılının ağustos ayında Almanlar tarafından öldürülen direnişçilerin vurulup düştükleri hemen her köşede birer plaket, bir de küçük saksı, içinde çiçek... Biz böyle şeyleri pek bilmeyiz. Nice şehrine yolunuz düşerse, Almanlar tarafından asılan ve günlerce gömülmeden darağacında sallanmaya bırakılan iki direnişçi çocuğun, Seraphin Torrin ile Ange Grassi'nin anısına dikilmiş plaketleri görünce içiniz cız edecektir. Türkler için bulması da kolaydır: Galeries Lafayette'in Nice şubesinin köşesi oluyor! Lafı, şu yılan öyküsüne dönen Madımak Oteli'ne getireceğim. Yobazlar tarafından yakılan ve aydınların, şairlerin, yazarların öldürüldüğü ünlü Sivas mekânına...
Sevimsiz bir sokağın içinde, sıradan, hatta çirkin bir bina bu.
Fakat "anlam ve önemi" çok büyük. Bu yüzden de yıllardır müze yapılması isteniyor ve bir türlü de yapılamıyor.
Şimdi hükümet, "Alevi açılımının" da verdiği heyecanla, müze işine nihayet karar vermiş. Olayların on altıncı yıldönümü olan 2 Temmuz gününe yetiştireceklermiş.
Batı'da olsaydı, kapısına plaket koyarlardı, Almanya'da önüne ruhsuz bir "soykırım anıtı" gibi bir şey yaparlar, biz müze yapacağız. Vur deyince öldürüyoruz.
Tamam da, içine ne koyacağız?
Aziz Nesin'in isli gömleği, Asım Bezirci'nin kırık gözlüğü, Metin Altıok'un eğrilmiş kalemi, Nesimi Çimen'in teli kopmuş curası falan mı?
Yanık tahta kirişler, pencere pervazları?
Kitaplarını mı koyacaksınız Beylikdüzü Panayırı gibi?
Yoksa, Alman müzecilik anlayışının etkisiyle, birtakım "panolar" mı yapacaksınız? Olayı anlatan gazete kupürleri, öldürülen insanların hayat hikâyeleri, eserlerinin listesi... Ama sıradan insanlar da gitti orada gümbürtüye, yazar mazar olmayan, yalnızca okur olan insanlar...
Otuz yedi kişilik bir liste asılıp geçilecek midir?
Bu tür soğuk panolar, ziyaretçide "bir an önce çıkın gidin, verdiğiniz bilet parasına yazık" hissi uyandırırlar...
Sahi, bilet kesilecek midir bu müzeye? Kaç lira olacaktır giriş?
Böyle bir müzeye başka ne konur?
Ben olsam, olayları Ankara'dan aval aval seyreden "büyük solcu lider", onursal başkan, paşa çocuğu, devrin başbakan yardımcısı pek sayın Erdal İnönü'nün büstünü de koyardım! Demirel'in "siyasi stepnesinin", şakşakçılarının deyimiyle "bir siyaset dehası" olan o büyük adamın büstünü... Altına da "onlar yandı, ben baktım" yazardım.
Bozulmayın hemen şimdi, müzeye karşı çıkıyor falan değilim, samimi olarak merak ettim, içine ne koyacaksınız?