Hepsinin sivri külâhı vardı... Rumelihisarı, Anadoluhisarı, Yedikule... Hepsinin. Bütün kulelerinin.
Zamanla yokoldular. Zamanla burçların duvarlarını ot bürüdü, taşlarının bir kısmı düştü yuvarlandı, köşelerinden arsız incir ağaçları çıktı, içlerinde "kaleiçi" mahalleleri kuruldu...
Rumelihisarı'nda bugün arabesk böğürtülerinin sergilendiği o "platformun", kaleiçi mahallesinin camiinin zemini olduğunu bilir misiniz? Minaresinin dibi de yanında duruyor.
O kararmış ama şirin ahşap evleriyle eski Osmanlı mahallesi "temizlendi", oysa Soğukçeşme Sokağı gibi "restore" edilebilir, otel bile yapılabilirdi. Kimsenin aklına gelmedi. Surlar onarıldılar, fakat "konik" külâhları yerine koymak da kimsenin aklına gelmedi.
Yedikule'de de gelmiyor, Anadoluhisarı'nda da gelmiyor.
Anadoluhisarı'nın yıkılmış bölümü ne zaman yeniden yapılacak, içinden geçen kıyı yolu ne zaman tünele sokulacaktır?
Kefere, şatolarının kulelerini külâhlarıyla birlikte restore ediyor, biz onlardan daha modern olduğumuz için biz çıplak bırakıyoruz. Çünkü bizim arslan mimarlarımız örneğin bir Eugene Viollet-le-Duc'ten daha büyük adamlardır!
Restore ediyoruz, turizme açıyoruz, içlerini de boş bırakıyoruz.
Tövbe, eskiden Shakespeare oynanırdı, şimdi Hande Yener, Ebru Gündeş falan "sahne alıyorlar" gecekondu dinleyicisi için...
Niçin bu "askeri şatolarımız" diyebileceğim, gözbebeğimiz gibi bakmamız, korumamız gereken yapılar, birer müzeye dönüştürülmezler?
Sözde müzedirler. Seksenli yıllarda Yedikule'yi gezip hakkında birşeyler yazmak amacıyla gittiğimde, kapıcıyı uzak bir kahvede yakalayabildim, okeyden zor kaldırdım, bilet almak istediğimi söylediğim zaman adam yüzüme uzaylı görmüş gibi baktı... Delinin biri gelmiş, yapacak başka iş yokmuş gibi Yedikule'yi gezmek istiyordu, üstelik yolgeçen hanı gibi açık kapıdan dalmak yerine bilet almaya kalkmıştı...
Niçin Genç Osman'ın öldürüldüğü mahzen, belki bir rehber eşliğinde, heyecandan titreyerek gezilmez de, kapısında paslı demir, ulaşılmaz durumdadır? Niçin orada yatanların duvarlara kazıdığı isimler, örneğin bir Londra Kalesi'nde özel korumaya alınmıştır da, Yedikule'de her isteyenin çakısıyla iki çentik "katkıda bulunabileceği" şekilde kabak gibi açıktadır?
Niçin bu hisarlar içlerinde sergi, kitaplık, hediyelik eşya, kafeterya hatta lokantalarıyla birer "Topkapı" düzeyine yükseltilmezler?
Bakanlıkta kadro mu yoktur, para mı yetmez, yoksa Konyalı'nın üç şube daha açacak gücü mü kalmamıştır?
Bilinç yoktur, bilinç.
Hisarlar, çayıra salınmışlardır, Mevla'mın onları kayırması beklenir!
Üstelik bunlar, biri "kahpe Bizans'tan", ötekiler "pis Osmanlı'dan" kalmış, Atatürk Türkiyesi'ne uymayan gerici kültür örnekleri değil midirler canım?
Külâhlarını yerlerine koyunuz, burç bedenlerini de badana ediniz, birer "rüya şatosu" gibi, birer Uyuyan Güzel dekoru gibi yükseleceklerdir İstanbul'un köşelerinde... Bazı eşeklere de "atalarının kimler olduklarını" yeniden hatırlatacaklardır...
Sayın bakana "benim dediğim şekilde ölçekli mölçekli bir maket yaptırın da somut olarak görün" demiştim... Ciddiye aldı mı, bilmem.
Hükümet değişikliğinde, başbakanın Ertuğrul Günay'ı "yürütmemiş" olmasını memnunlukla karşıladık. Değişseydi, bozulacaktık açıkçası.
Kültür Bakanı'mızın arkasındayız, destekçisiyiz. Ama o da Kenan Evren'e laf yetiştirmeyi bizlere bıraksın da şu işlere el atsın artık!