Yasakların çevresinden dolanmanın yolunu bulmuş, bir punduna getirip gene bana sataşmış... Sorarlarsa, "ben genel olarak cumhuriyet düşmanlarından sözediyorum, fikir tartışması yapıyorum" deyip zeytinyağı gibi sıyrılacak...
Cumhuriyetin "hatalarını" eleştirmenin cumhuriyet "düşmanlığı" olmadığını anlamak isteyen anlar, istemeyen de kendi karanlığında yaşar gider.
Fakat bu satırların yazarına eleştiri yöneltenler arasında "iyi niyetli ve samimi" olanlar da vardır, bugün onlarla sohbet edeceğim.
Bu eleştiriler arasında "herşeyini cumhuriyete borçlusun" cümlesi başta geliyor...
Acaba gerçekten öyle midir?
İlk, orta ve lise olmak üzere tam on iki yıl okuduğum okul, Galatasaray Lisesi, 1868 yılında açıldı... Abdülaziz dönemi... Atatürk'ün doğumundan on üç yıl önce.
Benim girdiğim ve adını değiştirdikleri için Boğaziçi Üniversitesi olarak bitirdiğim yüksek okul, Robert College, ondan daha da eski... 1863... Atatürk'ün doğumundan on sekiz yıl önce.
Demek ki eğitimimi cumhuriyete borçlu değilim! (Herhalde "işgal kuvvetleri" kendi ayaklarına kurşun sıkıp yabancı dille eğitim yapan okulları kapatacak değillerdi!)
Bu benim için böyledir, başkaları için böyle olmayabilir.
Bir başka eleştiri, "cumhuriyet olmasaydı nerede yazı yazacaktın" şeklindedir.
İkdam'da... Tasvir-i Efkâr'da... Tanin'de... Servet-i Fünun'da... Aydınlık'ta... Meşveret'te... Sabah'ta yahu, Sabah'ta! O zamanlar Sabah gazetesi de vardı!
Radyo yoktu ama herhalde açılacaktı, televizyon yoktu ama herhalde kurulacaktı... Herhalde birçok başka gazete de çıkacaktı, değil mi?
Haaa, bakınız, yazılarımı Latin alfabesiyle değil, Arap harfleriyle yazacaktım.
Dört kadınla evlenme hakkım bulunacaktı ama "alafranga aydınların" çok büyük çoğunluğu gibi, bunu yapmayacaktım. Bana birden fazla kadınla evli bir tek İttihatçı da, bir tek Osmanlı subayı da gösteremezsiniz örneğin...
Başka? Fes mi giyecektim? Hayır, günümüzde modası olmadığı için hiçbir şey giymeyecek, bugünkü gibi başım açık dolaşacaktım.
Gene oy verecektim, gene pasaport alacaktım, gene lira kazanacaktım...
Demek ki, ÇOK ŞEYİMİ cumhuriyete borçluyum ama HER ŞEYİMİ cumhuriyete borçlu değilim.
Bakınız sevgili dostlar, bu eleştiriler "bilmemekten" kaynaklanıyor. Birçok kişi, Türkiye'de her şeyin 29 Ekim 1923 sabahı başladığını sanıyor.
O kadar düşünmeden konuşuyorlar ki, "cumhuriyet olmasaydı bir bayrağımız ve nüfus kâğıdımız bile bulunmayacaktı" yazanlar bile çıktı.
Ben de, "Çanakkale'de, Sakarya'da, Dumlupınar'da dalgalanan yatak çarşafı mıydı?" diye sordum. Peki 1923 yılının ekim ayından önce, diyelim eylül ayında insanlar cepleri kimliksiz mi dolanıyorlardı?
Cumhuriyetten önce ülkemizde liseler de vardı, üniversite de vardı, çift meclisli parlamento da vardı, basın da vardı, yargıtay da vardı, danıştay da vardı, sayıştay da vardı, bayrak da vardı, kimlik de vardı. Galatasaray da vardı, Fenerbahçe de vardı, Beşiktaş da vardı!
Cumhuriyetten önce, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti vardı. Ona kurban olsunlar.
Ama cumhuriyet bize, yeni "müesseseler" de kattı... Geri kalmış bir ülkeyi daha az geri kalmış yapmayı başardı... Bana sorarsanız en önemlisi de kadın haklarıdır.
Cumhuriyetimize bağlıyım, onu severim, padişah isteyene de deli gözüyle bakarım. Ama bu cumhuriyetin bazı aksaklıklarını, yanlışlarını eleştirmemi engellemez. Çünkü eleştirdiğim, şu rejim ya da bu rejim değil, Türkiye'nin aksaklıklarıdır. Türkiye'nin müzmin hastalıklarından kurtulmasını, ileri gitmesini istemektir. Vatandaş olarak hakkım, gazeteci ve yazar olarak da görevim budur, maç anlatmak değil!
Bu söylediklerimi gene de "düşmanlık" olarak nitelendirecek kadar kötü yürekli, art niyetli ya da sabit fikirli iseniz, lütfen yazılarımı bir daha okumayınız.