Türkiye'de "dış haber" fazla sevilmez, gazetelerin dış haberler servisleri de hep "üvey evlat" olurlar.
Sevilmediği için fazla izlenmez, izlenmediği için de kıyıda köşede kalır dış haber... Dış haberci, "iyi çeviri yapan ama ucuza çalışan genç" anlamına gelir bizim basında...
Bu genel tavır, "Türkiye'nin içine kapandığı", dışa bakmadığı uzun bir "otarşi" döneminin kalıntısıdır.
Kabuğumuza çekilmiştik, daha doğrusu devlet büyüklerimiz tarafından çekilmek zorunda bırakılmıştık, ve de umurumuzda değildi yanı başımızda bile neler oluyor...
Yunanistan'da Albay Metaksas darbe yapmış, "rembetiko" takılan göçmenleri içeri tıkmış, Pire limanında bulunan bitirimhaneleri kapatmış, "Türk müziği" olarak kabul ettiği için "minör tonlarında" beste yapılmasını bile yasaklamış! Bize neydi canım bütün bunlardan?
Yurt dışına giden de yoktu, oralarda neler olup bittiğiyle ilgilenen de... Başımızda büyüklerimiz vardı ya, onlar her şeyi bizden daha iyi bilirler, gereğini yaparlardı. Biz politikanın iç ya da dış cinsine karışmayacak, saçlarına maşa çekilmiş ve de kaşları alınmış kızlarla tango yapmaya bakacaktık!...
"Çağdaşlık" buydu (o zamanlar "asrilik" denirdi.)
Otuzlu yıllarda özel dış haber yapılacaksa ya da yorum yazılacaksa, herkes adına Falih Rıfkı Atay gider izler, gelir ve yazardı...
Birinci Dünya Savaşı'nın en zorlu günlerinde koca bir Ahmet Rasim'i Avrupa cephelerine gönderebilen Türkiye, cumhuriyetin anlı şanlı yıllarında becerip de İspanya İç Savaşı'nı izleyecek bir muhabir göndermeye gerek görmemişti...
Aslına bakarsanız bendeniz, İspanya İç Savaşı'na hemen her ülkeden binlerce gönüllü giderken, Türkiye'den bir tek, ama bir tek Allah'ın kulunun katılmamış olmasına da hep şaştım... Komünist olsun demedik yahu, Franco'nun safında çarpışmaya anlı şanlı ve de milliyetçi ve de CHP üyesi cumhuriyet gençlerinden bir teki gitsin!..
I ıh, bizi ilgilendirmiyordu...
Çok partili dönemde de basında bayrağı Hikmet Feridun Es devraldı. Dış haber, hele röportaj da, magazine yattı. Artık, Türk basınında, "faşist Roma'da başarılan ne büyük işler gördüm" türünden diziler değil, "Afrika yamyamlarının tamtamlarını nasıl dinledim" gibi diziler yer alıyordu...
Bugün de dış büro denilince akla ille Almanya geliyor, amaç kaynağından özel haber derlemek değil, gurbetçilerimize mal satmak...
Bu içe kapanıklık, bu dışa kapalılık, "tek parti dönemi kalıntısı" basın tarafından "erdem" diye pazarlanıyordu...
Süleyman Demirel'in dışişleri bakanı İhsan Sabri Çağlayangil "istiskale" uğruyordu, "bu kadar da gezilmez ki canım!" ... Çünkü "devletin parası" harcanıyordu, döviz gidiyordu... Saçı bitmedik yetim, cart curt.
Aynı munkabızlar, tepkilerini Abdullah Gül'e de gösterdiler. Hem bakanlığı hem cumhurbaşkanlığı döneminde.
İşi gücü bırakmış, o memleket senin, bu memleket benim, geziyormuş.
Çünkü iş güç, Ankara'da oturup emekli faşistlere "çıkma yapmak", "sakal atmak" olmalıdır, öyle mi?
Basını tarayınız, Atatürk'ün 1918 yılından sonra hiç yurt dışına çıkmamış olmasıyla övünen kaç ahmak bulacaksınız...
Başbakan Washington'a gidince ya da Davos'a uğrayınca bile kızıyor bunlar, ne demekmiş efendim, çok lazımsa onlar buraya gelsinler!
Hem böyle diyeceksin, hem "padişah" diye dalganı geçeceksin. Çünkü beynin otuzlu yılların CHP militanı. Daha ileri gidememiş.