Herhalde herkes, Havana'ya yeni girmiş olan Fidel Castro'yu konuşuyordu... Ernesto henüz bizim buralarda fazla tanınmamıştı...
Bir de piyasada bulunamayan kahve, benzin, araba lastiği, yedek parça falan konuşuluyordu tabii. Tramvaya daha yeni zam gelmiş, tam bilet yirmi kuruştan kırk kuruşa, "paso" ve "şebeke" de on kuruştan yirmi kuruşa fırlamıştı.
1 Şubat 1959... Bundan tamı tamına, tamı tamına elli yıl önce...
Biz o gece gazinoya gittik. Doğum günümdü.
Karne almış mıydım? Almış olsam gerektir. Derslerin hepsi "pekiyi" ... Fizikten, matematikten "kırıkların" başlamasına daha çok var...
Biz o gece bir gazinoya gittik ama "Denizpark" mıydı yoksa "Güneypark" mı, tam çıkaramıyorum.
Taşkışla'dan Dolmabahçe'ye inen bayırda, şimdi tam Ritz-Carlton'un olduğu yerde.
Gündüz de Beyoğlu'nda "Kitap Sarayı" na gittik, bana bir ansiklopedi alındı, Keşifler ve İcatlar Ansiklopedisi, lacivert kapaklı, iki cilt.
Gazinoda Yasemin Esmergül söylüyordu. "Assolist" kelimesi henüz icat edilmemişti.
Daha önce "Papatya Kardeşler" çıktılar, sonra da "Henny ile Vasilaki" çıktı... Bir de Dikran mı Mihran mı bir adam vardı, ıslıkla tango söylerdi. O zamanlar İstanbul "kozmopolit" bir şehirdi.
Bir de kırmızı pabuçlu tenor vardı, o yıllarda bakış açım "yere yakın" olduğundan adamın kırmızı pabuçlarını hatırlıyorum. Adı aklımdan çıkmış. "Granada" söylüyordu...
Celal Şahin de "bu kantar seksen kilo tartar" şeklinde suyunu çıkarırdı Granada'nın... "Valencia" şarkısı da "Ulan Ziya" olurdu tabii.
Soprano Yasemin Esmergül, Attila İlhan'ın "Yalnızlar Rıhtımı" nı söylemedi, hayır... Bir Necdet Koyutürk bestesi: İçim boş, gemiler boş, yalnızım yalnızlık tutuyor kan gibi, nereye baksam ölüm gibi susar yalnızlar rıhtımı... O film henüz çekilmek üzereydi.
Georges Bizet'nin "İnci Avcıları" operasından Nadir'in aryasını söyledi. Tenor partisyonunu soprano söyledi.
Sonra eve geldik, gözlerimden uyku akıyordu, anam da sabah olmadan, uykumu iyice almadan yeni ansiklopedime bakmamı yasakladı.
O gece mutluydum.
Şimdi, bugün elli yedi yaşını bitirip elli sekizine giren yorgun bir şişko sıfatıyla, o yarım yüzyılın nasıl hürp diye geçiverdiğini düşünüp şaşıyorum.
Adnan Menderes döneminin hem de en kötü son yılında, bir küçük memur ailesinin çoluk çocuk hep birlikte bir içkili gazinoya gidip eğlenebildiği kafama dank edince de şaşıyorum.
O gazinoda opera aryaları söylendiğini hatırlayınca daha da çok şaşıyorum.
O dönemin dinginliğini çok özledim. Zehra Eren'in "Aşk Denizi" tangosunu da çok özledim. Mefharet Atalay'ı da özledim. Zeki Müren de "Sevgiden Usanmadı Gönül" ü söyleyecek ama...
Hatırladınız mı sevgili moruklar? Bugün bu köşe sizin malınız.
Yok canım, ağladığımı da nereden çıkardınız? Gözüme toz kaçmış olmalı.