Sokak büfelerinde, kaşarlı, sucuklu ve sosislinin yanı sıra artık "Goralı" tost ve sandviç de satıldığını biliyor musunuz?
Eh, yakında muhallebicilerde "Aroglu keşkül" de başlar, çünkü Cem Yılmaz filmin katlamasını yapmış, gene mükemmel bir hergelelikle "G.O.R.A." yı tersine çevirmiş: Takip filminin adı "A.R.O.G."
İleride, "Halıcı Arif Rambo'ya karşı", "Arif Işık'ın oğlu Freddy ve Jason'a karşı", "Muhittin ile Bob Marley Faruk da PKK'ya karşı" falan gibi filmler de bekleriz... Eskiden olsaydı "Pardayyan'a karşı", "Üç Silahşörler'e karşı" falan da derdik ama gençler anlamazlar.
Arog da eminim gişe rekorları kıracak, yatırılan sekiz buçuk milyon doları çıkarıp Cem'e yeni bir Ferrari aldıracaktır (bu sefer de Citroen Maserati alsana oğlum, o da iyidir)... Filmin çekimi daha bitmeden pazarlaması çok iyi yapılıyor, uzaylı prensesin Arif'ten bir "alien" doğurmasına, canavarın bunu ısırması üzerine tepkisini "babaya dil çıkarılmaz" şeklinde vermesine yarım saat kadar güldüm!
Gora'nın sinema değerinin bulunmadığını, bunun "filme çekilmiş yeni bir Cem Yılmaz Show" olduğunu yazmıştım... Belki de bir "karikatür-film" demek daha doğruydu... Mutlaka Arog da öyle olacaktır. Filmin "çok küfürlü" olduğunu söyleyenlere de Cem "evet, çok küfürlü oldu anuğa koyum" şeklinde bir yanıt vermişti! İşte bu nedenle de Cem'i çok severim, biracının arkadaşı şıracı, Cem Yılmaz'ın müşterisi Engin Ardıç.
Çünkü ikimiz de ikiyüzlülük sevmeyiz, muhallebi çocuklarından hazzetmeyiz ve de Türkçe konuşuruz.
Fakat iki saat süren kahkaha tufanı (Gora'yı sekiz kere seyrettim, bir sekiz kere daha seyrederim, eminim Arog da öyle olacaktır), filmin önemli bir boyutunu gözden kaçırmamıza yol açmıştı:
Türkiye'deki Arif Işık'lar!
Cem'in oynadığı tip, mükemmel bir lumpen tipiydi.
Halkımızın önemli bir kısmı Recep İvedik'te kendini buldu ve onu çok sevdi ya, o köylüsü, bu kasabalısı.
O maganda, bu zonta.
Halkımız Kemal Sunal'ın oynadığı "çarıklı kurmay" tiplerinde nasıl kendini bulduysa, Halıcı Arif'e de bayıldı.
Keloğlan'ı da bunun için sever, Rüştü Asyalı berikiler kadar başarılı olmasa da...
Lütfen Gora'yı bir de bu gözle seyrediniz, sonra dönüp bir de Ferhan Şensoy'un "Pardon" filmini izleyiniz. Şaşacaksınız, belki sanatçılar da şimdi bana kızacaklar ama, bu iki film "birbirini bütünleyen" iki filmdir, bir paranın iki yüzü gibi.
İkisi de "Türk lumpenini" anlatır. Lumpenin iki türünü.
Birincisi yırtık, anasının gözü, üçkâğıtçı, çıkarcı ama "temelde" de iyi kalpli, asla yılmayan, hani şu gecekondu dikip apartmana çeviren, Almanya'ya çarıkla gidip patron olan tip... Gerektiğinde saldırgan, gerektiğinde korkak... Başka bir gezegende bile kendini ezdirmeyen (İstanbul da onlar için başka ve yabancı bir gezegen değil midir?), altta kalmayan, "bir şekilde yolunu bulan" bir uyanık... İkincisi azıcık çemiş, beceriksiz, "hafiften" solcu ama kabız, hiçbir baltaya sap olamayan, hep okkanın altına giden bir zavallı... Asla korkmuyor ama hep kazıklanıyor...
İkisi de abazan ama Arif sonunda "kızları götürüyor", İbrahim hep kalakalıyor.
Biri fazla çakal, öteki fazla saf.
İkisi de kasaba çocuğu, ikisi de cahil ama biri tacir, öteki mesleksiz. Birincisi "Tarzanca" da olsa İngilizce öğrenmiş, üstelik Acun Ilıcalı'dan daha iyi konuşuyor! İkincisi dünyaya kapalı, "12 Eylül öncesinde" kalmış.
Birincisi bir "winner", ikincisi bir "loser" ...
Merakla ve keyifle bekliyoruz, bakalım Arog'da Arif hangi sevimli rezillikleri yapacak? Keşke Ferhan da şu İbrahim'i geliştirse...