Hani Çetin Altan anlatır ya, babası "kendinden bir lira çok kazananı hırsız, bir lira az kazananı ayaktakımı" olarak görürmüş.
Bizim rahmetli peder bunu bu kadar açık seçik dillendirmemişti ama aynı görüşte olduğuna eminim.
Hatta bizimki daha da ileri gitmişti...
Ona göre, özel sektörde çalışmak da en büyük suçtu!
"Adam gibi adam" ancak devlet memuru olabilirdi... "Memuriyete girmediğim" için beni hep suçladı, "aybaşında maaşın hazır olmasının rahatlığını" teptiğim için hep üzüldü...
Ya biryerlere tayin olursam? Ankara'dan birilerini bulur, insan kendini "İstanbul'a aldırtırdı" nasıl olsa...
Demokrasi mi? İnönü izin vermediği sürece gereksiz, İnönü yeşil ışık yakarsa baştacı...
Memur ille rakı içecek (içmemek yobazlık) ve de rakıdan başka bir şey de içmeyecekti üstelik (başka şey içen "sosyetik" )...
Rakının da çeşitleri vardı, daha doğrusu siyasal açılımları: "Halkçı" Yeni Rakı içerdi, "Demokrat" da Kulüp Rakısı... Adnan Menderes Kulüp içiyordu, zaten başka ne beklenirdi ki?
Babama göre, "borç en fena şeydi"... "Taksitten" öcü gibi korkar, eve yeni bir şey alınmasına da her seferinde şiddetle karşı çıkardı... Vehbi Koç ilk kez buzdolabı üretmeye başlamıştı, ithal malı Westinghouse ya da Frigidaire alacak paramız yoktu, ancak Arçelik alabilirdik, o da taksitle... İstemedi, uzun süre direndi. Gerekçesi de elbette pek hoştu: Eskiden buzdolabı mı vardı, teldolap neyinize yetmiyor?
Bu bir zihniyettir, bu bir insan türü, bu bir "beyin türüdür".
Bunlar da Türkiye'yi kurtarmış ve daha da kurtaracak olan bürokratlar...
Bunlar "otuzlu yılların gençleridirler".
Bir sonraki kuşakta, kırklı yılların genç memurelerinde (ki ben onlara "Milli Şef Rahibeleri" demekten hoşlanırım) daha da bağnaz, daha da nobran bir dışavurumla gözlenen bir "sendromdur" bu. (Geçen yıl bazı mitinglerde gözlenen "CHP militanı kocakarı" örnekleri...)
Bu insan tipi, kimisi Hakk'ın rahmetine kavuşarak, kimisi artık iyice eli ayağı tutmaz durumda günlük hayattan çekilerek ortadan kalkmış olsa bile, bir "sosyal kategori" olarak direnmektedir.
Son direnişleridir ama...
Onlara kulak kabartıyorum, özellikle de CHP medyasında onlarla aynı kafada giden bazı dinozor fosillerine:
Devlet yöneticilerinin dış gezilere çıkmalarından hoşlanmıyorlar! Çünkü masraf olacak, döviz gidecek, saçı bitmedik yetim falan filan...
Dışişleri bakanının biryerlere gitmesine çok kızıyorlar örneğin.
Amerika'da hükümet nasıl olsa altı ay sonra değişecekmiş (aslında yılbaşından sonra değişecek), kalkıp da oralara gitmeye ne gerek varmış?
Bakan dediğin Atatürk'le birlikte trene biner, ertesi sabah Haydarpaşa'da iner!.. Zevat-ı mutade... Olağan kişiler... Otelde kalmaz, devlet konukevinde kalır... Oysa DP ilerigelenleri yeni açılmış olan Hilton'da kalırlardı, Menderes de Park Otel'de... Vay müsrifler vay!..
Şimdi de cumhurbaşkanının Japonya gezisine taktılar.
Çünkü elinde filesiyle Gima'da kuyruğa giren eski cumhurbaşkanı tam onların adamıydı.
Siz de meseleyi laiklik kavgası sanıyorsunuz, beyin türü fırtınasıdır.