Emekçi halkım bilmez, açıklayalım: İnternette belli bir siteye ya da oraya buraya kendi fikirlerini belirtmek amacıyla düzenli olarak gönderilen, genellikle kısa yazılara "blog" deniyor. "Web log", yani "ağ günlüğü" teriminin kısaltması bu.
Hani genç kızların "sevgili günlükleri" vardır ya, onun kamuya açık edilmişi ve yavaş yavaş okurun önünde oluşanı işte... Akla gelebilecek her konu her çeşit insan tarafından işleniyor. Böylece, Ortadoğu uzmanı kasaplar, nükleer fizikten anlayan soğuk demirciler, Çin yemeği tarif eden muhasebeciler belirdi.
Bizde de var...
Bu sanal ortamda kendince ünlü olan "blogcular" da çıktı...
Bizde bir de "yorumcular" var, bu da bir çeşit blogculuk.
Bazı internet haber siteleri, dedikodu üretmek ya da aktarmakla yetinmediler, basından ve televizyondan "haber ve yazı araklamakla" da kalmadılar, ilgiyi, yani "tıklama sayısını" artırıp reklam almak amacıyla okurlarına "yorum yazdırmaya" koyuldular.
Örneğin bir ya da birkaç köşe yazarının yazısını "kes yapıştır" yöntemiyle "iktibas" ediyorlar, altına da bir yorum bölümü açıyorlar. (Gazete yöneticileri bu yaygın yazı hırsızlığının peşine düşüp telif haklarını isteseler ortada kaç milyar döner ve yüzleri ne renk alır, meraktayım...)
Aslında bu, gıcık kaptıkları yazarlara kazılan bir çukur... "Bu adama bu pencereden rahatlıkla küfür edebilirsiniz" anlamına geliyor.
Önceleri küfürler epey galiz olabiliyordu, çünkü yorumcu ismini sakladığı gibi "siteci" de anonimliğin ardına sığınıyor, ele geçemiyordu. Bir "internet hukuku" geç de olsa oluşmaya başlayınca onlar da bizler gibi "künye koymak" zorunda kaldılar, çünkü işin ucunda mahkeme ve ceza vardı... Böylece artık yorumları "süzgeçten geçirmek" zorunda kalıyorlar, eskisi gibi "ana avrat dümdüz gidilemiyor", fakat yalan ve iftira serbest!
Bu iletişim devrimi, bütün ruh hastalarına da gün doğurdu. Bazı internet siteleri, psikopat çöplüğüne döndüler.
Kimliğini gizleyip "rumuzla" yazınca saçmalamak çok daha rahat ve kolay, üstelik oturduğun yerden "iki tıkla" ruhunun bütün pisliklerini dökebilirsin... Mektup yazıp zarfa koymak yok, pul yapıştırmak yok, kalkıp postaneye gitmek yok, üstelik masraf da yok.
Mağdur olanın seninle uğraşması da çok zor, ya üşenir ya tenezzül etmez... At çamuru, nasıl olsa "sanal bir iz" kalır.
"Telefon sapığı" gibi, bizlerin de "sanal sapıklarımız" oluştu.
Bendeniz, hem Yahudi hem Ermeni asıllı, hem vatan haini, hem de eşcinsel olduğumu bu şekilde öğrendim!
Bunlar yeterli değilmiş gibi namussuz, şerefsiz, satılmış olduğumu öğrenmeme de bu sitecilerin epey katkısı oldu!
Boğaziçi'ne nazır bir köşkte oturduğumu, küçükken de olmayan ağabeyimin ayakkabılarını giyerek okula gittiğimi falan hep sapıklardan öğrendim.
Zamanla, hani şu "maktulkatil ilişkisi" gibi, sapıklarımla aramızda bir tür "empati" de oluşmadı değil... Örneğin John Doe rumuzuyla yazan İsmail adında bir sapığım vardı, uzun zamandır ortalıkta görünmüyor, öldü mü kaldı mı meraktayım...
Bu yorumcu kisvesi altında hezeyan kusanların bazı ortak özellikleri var: Doğru düzgün cümle kurmayı bilmiyorlar, eğitim düzeyleri epey düşük, fikir yerine de sağdan soldan duyulmuş "önyargı kırıntılarını" döküyorlar ekrana...
Fakat onları ölüm tehlikesi de bekliyormuş (yok, ben kendim kesecek değilim.)
Amerika'da, sürekli klavye başında oturup ona buna laf yetiştirmekten iki kişi ölmüş. Ayrıca kilo kaybı ya da aşırı kilo alma, uyku bozukluğu, yorgunluk ve sinir krizi, bu "internet çocuklarını" bekleyen hastalıklar.
Benim bedduam da tutar ha, ona göre ayaklarını denk alsınlar!