Duvar dilini hiç duydunuz mu? Fazla değil 15 yıl öncesine kadar çok popüler bir iletişim aracıydı. Özellikle kadınların ana dili gibiydi. Apartmanlara göre uygulanışı değişirdi. Ama taşıdığı anlamlar aynıydı duvarların. Haneden haneye dostluk, kardeşlik, paylaşım, sevgi ve saygı taşırlardı. Annemle komşumuz çok iyi konuşurlardı bu dili. 25 yıl çay veya kahve saatlerini duvar aracılığıyla belirlediler. Salon duvarına vurulduğunda kahve vakitlerinin geldiğini anlardık. Tabii 5 çayı için yine tıklamalar devreye girerdi. Yeni neslin anlayacağı şekilde konuşursak; önceden dürtmeler Facebook'tan değil duvarlardan oluyordu. Annem o günleri anlatırken duvar dillerinin sadece çay ve kahve buluşmaları için kullanılmadığını hatırlattı. Kapıya terlik atmak "Hadi dışarıya çıkıyoruz" demekmiş veya duvara birden fazla kez vurmak "Misafirler geldi, acele et" anlamına geliyormuş. Biz ailece koyu Fenerbahçeliyiz. Komşularımız fanatik Beşiktaşlıydı. Derbi akşamları duvar dili ton değiştirirdi bu yüzden. Devreye erkekler girerdi çünkü. 1993-1994 sezonunda İnönü Stadyumu'nda Uche'nin son dakika golüyle Beşiktaş'ı yendiğimiz gece komşumuzun duvarını yumruklamaktan ellerimiz kızarmıştı. Sonraki yıllarda duvardan haberleşmeden kalorifer peteklerine geçildi. Kaşıkla peteğe vurulduğunda "çay vakti geldi" demekti. Bazı şanslılar günümüzde de böyle komşuluk ve dostluk ilişkisini hala sürdürebiliyor. Güney Amerika ülkesi Şili'de yaşayan genç yönetmen Maite Alberdi de şimdilerde çektiği belgesel filmle gündemde. 31 yaşındaki Alberdi, Çay Zamanı isimli filminde anneannesi ile beş arkadaşının hayatını anlattı. 60 yıldır her ay bir kez çay sohbetlerinde buluşan yaşlı kadınların sıcak hikâyesi. Filmin yaklaşık yedi dakikalık tanıtımını yayımlandı.
Sanki ilk kez duymuş gibi
Altı arkadaşın liseden mezun olduktan sonra her 10 yılda bir çektirdikleri fotoğraflarla başlıyor hikâye. Sonra bizdeki gibi çay ikramları ekranda beliriyor. Beyaz saçları ile ışıl ışıl parlayan bir grup üyesi, 16 yaşındaki aşkı Willy'yi anlatıyor. Erkek arkadaşının gönderdiği fotoğrafı öğretmeninin bulmasından ve mektuplarının da annesinin eline nasıl geçtiğinden bahsediyor gülerek. Tüm kadınlar kahkaha atarken bir diğer grup üyesi, zaten bütün erkeklerin eşlerine karşı sadakatsiz olduğundan söz etmeye başlıyor. "Bunların doğasında var çok eşlilik" diyor. Hayıflanma sesleri arasında ekranda "Bir yıl sonra" yazıyor. Ekip yine çay sohbetinde. Beyaz saçlı teyze hâlâ Willy'yi anlatmaktan vazgeçmemiş. Diğeri de "Erkeklerin doğasında sadakatsizlik var zaten" diyor ısrarla. Ardından bir yıl daha ileriye götürüyor yönetmen izleyicisini. Yaz ayı, masada çilekler. Willy yine ana gündem maddeleri. "Annem mektuplarımızı okuduğunda. 'Bunu yapmaya hakkın yok' demiştim. O da bana 'Anneler her şeyi okur' dedi. 'Sana bu yetkiyi kim verdi?' diye sorduğumda ise 'Postacı' cevabını verdi" diyor beyaz saçlı olan. Erkeklere güvenmeyen teyze, "Sadakatsizler, vefasızlar" deyip duruyor yine. Vefalı arkadaşların belgesel film için hatıra fotoğrafı çektirmeleriyle bitiyor hikâye. Yönetmen Maite Alberdi, tüm dünyaya "çayın bahane ortamın şahane" olduğunu haykırıyor. Kadınların anlattıkları hikâyeler hep aynı, hatta kullandıkları sözcükler bile hiç değişmiyor aslında. Ama 60 yıldır sanki ilk kez duymuş gibi tepki veriyorlar. 60 yıldır birbirlerinin gözlerinin içene sevgiyle bakabiliyorlar. Çay Zamanı filmi gelecek ay yapılacak geleneksel Amsterdam Uluslararası Belgesel Film Festivali'nde jüri karşısına çıkacak. Alberdi ülkesine bir ödülle döner mi bilmiyorum, ama bana geçmişteki güzel günlerimizi hatırlattı.
Bir çay daha iç
Annem ile komşumuz üç yıldır birbirinden ayrı düştü. Komşularımız taşındı çünkü. Ama yine de neredeyse her gün görüşüyorlar. Günümüzde her ne kadar şanslı azınlık sıcak dostluklarını korusa da çoğumuz 'mesafeli yaklaşımlarla' karşı karşıyayız. Komşularımız çok kibar oluyorlar genelde. Ama samimi bir dostluk kurulamıyor. Belki de kibarlığın arkasına sığınıp mesafe koyuyoruz karşımızdakilere. O yüzden de artık en popüler ifade "Bir çay daha iç" yerine "Hoşça kalın" oluyor.