Tüm diğer terör örgütleri eylemlerini iki hatta ilerletirler. Önce sahada terör eylemleri yapmak, daha sonra da bunun dehşeti ve etkilerini propaganda makinesi ile çoğaltmak. PKK da bir terör örgütü olarak bu taktiği "başarıyla" uyguluyor. Öyle ki, özellikle PKK'ya teslim olmayan Kürtleri sindirmek için bölgede yaptığı sivil cinayetleri veya büyük kentlerde yine yaptığı sivillere dönük büyük katliamları TAK adında kurduğu başka bir örgüte yaptırıyor ve onları üstlenmiyor.
Tabii PKK'nın da sivil katliamı oldukça çok… Zaten PKK 1980'lerde eylemlerine Kürtleri öldürerek başlamıştı. Feodal düzeni yıkmak adına bebekler dahil sivilleri hedef alıyordu. Çözüm Süreci'nde Siirt'te iki arabayı RPG ile havaya uçurmuşlar, içinde bulunan kadınların bir kısmı ölürken, ikisi de ayaklarını kaybetmişti. Geçen aylarda PKK'nın yaptığı saldırılarda aralarında beş aylık bebekler de olmak üzere 10 çocuk öldü. İsimleri ve yaşlarını yazalım ki, kafalarda soru işareti kalmasın. Ecrin Açıkgöz (1), Hayrettin Şınık (11), Müjdat Ay (12), Harun Çağlı (4), Ayşenur Geçit (6), Müslüm İlhan (8), Enes Erdem (9), Viyan Kanat (5), Doğan Kanat (10), Mevhibe İrem Çiftçi (5 aylık).
Tabii PKK için bunlar yüce bir amaç için mecburen yaşanan zaiyatlar. Üstünü örtemediği, paravan örgütlere yaptıramadığı cinayetleri örgüt bu şekilde "üzüntü" belirterek açıklıyor.
Ancak propaganda makinesinden PKK sadece suçlarını örtmek için yararlanmıyor. Avrupa'da ciddi bir destek aldığı, Erdoğan'a dönük "duygusal" tepki nedeniyle ve "düşmanımın düşmanı dostumdur" mantığıyla alan bulduğu için, bu alanı tahkim edecek senaryolar da üretiyor.
Maalesef mimarının Erdoğan olduğu Çözüm Süreci iklimi ile parlamentoya 80 vekille giren HDP, PKK'nın bir propaganda makinesine dönüşmüş durumda. HDP hem PKK saldırılarını kınayamadığı gibi, bu saldırıların sorumluluğunu sürekli yalan üreterek hükümete yıkıyor, bir yandan da Batı'yı etkileyecek yalanları yaymaya destek veriyor.
Bu yalanların bir tanesi geçen günlerde ortaya çıktı.
Yine PKK'ya doğrudan bağlı bir başka "siyasi" oluşum olan ve Güneydoğu'daki Kürtleri hedefleyen DBP'nin Şırnak İl yöneticisi Hurşit Külter, 27 Mayıs 2016 tarihinden beri kayıptı. İddia oydu ki, Özel Harekat Polisleri kendisini işkenceyle öldürmüştü. Üstelik cesedini bile vermiyorlardı.
İşte 138 gündür Hurşit Külter üzerinden bütün PKK/HDP ve sempatizan kuruluşlar Türkiye ve özellikle AB ve ABD'de bu konuda kampanya düzenliyorlardı. Sabah gazetesi köşe yazarlarından Melih Altınok "Hurşit Külter meselesine giriş" adlı yazısında şöyle açıklıyordu bu durumu:
"Külter adına kampanyalar yapıldı. Köşe yazıları yazıldı. Ailesinin, annesinin merak dolu ve üzüntülü hallerini yansıtan fotoğraflar elden ele gezdi. Sokaklardaki duvarlara resimleri çizildi. Yurtdışındaki pek çok kentte eylemler yapıldı. Öyle ki ABD bile işe dahil oldu!
Külter'in ortadan kaybolduğu 49. günde ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby, konuyu araştıracaklarını söyledi. Bununla da yetinmeyen Kirby Birleşmiş Milletler'i bölgeye çağırdı!"
İşte bu Külter isimli şahıs 7 Ekim 2016 günü Irak'ın Kerkük şehrinde sapasağlam ortaya çıktı. Açıklaması ise şöyleydi:
"Ben binadan çıktıktan sonra kaçtığımı fark ettiler. Arkadan vurup öldürmek ya da yakalamak istediler. Ama ben kaçıp kurtuldum. Şehir içinde saklandım. Aileye ya da basına ulaşacak bir imkan aradım ama bulamadım. Bu süre 40-45 gün boşaltılan evlerin içinde saklandım. Sonra şehir içinde direnenlere denk geldim ve şehirden çıktım. Çıktıktan sonra bazılarının yardımıyla iki aylık bir sürede ancak buraya ulaştım."
Külter'in açıklamasında verdiği süreleri topladığınızda bile 100 gün ediyor. Yani bir ayı aşkındır anlattıkları doğruysa bile Kerkük'te güvende olduğu halde sosyal medyadan bir tweet atamamış, bir gazeteciyi arayamamış, bir telefon edememişti. Açıkçası, bu durumda yaptığı açıklamanın tamamen yalan olabileceği kuvvetle ihtimal. 138 gün boyunca olmayan bir cinayet üzerinden Türkiye ve hükümet üzerinden büyük bir baskı kuruldu ve bu olay üzerinden PKK'nın sivil katliamları gölgede bırakıldı. HDP benim de üyesi olduğum TBMM'de her gün bu konuyu gündeme getirdi ve hükümeti, Cumhurbaşkanı'nı cinayet ve işkenceyle suçladı.
Külter'in bu tiyatrosu sergilendiği sıralarda PKK Güneydoğu'da hendek kazıyor, Suriye'de PYD/PKK'nın ele geçirdiği bölgelerin hemen karşısındaki sınırın ötesindeki Türkiye topraklarını işgal etmeye çalışıyordu. Birçok ilçe, Cizre, Nusaybin ve Sur gibi, on binlerce ton bomba ile ve tuzaklanmış binlerce hendek ile dolduruldu.
Bundan tam iki yıl önce ise, 6-7 Ekim tarihinde HDP Merkez Yürütme Kurulu ve HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş'ın "sokağa çıkın" çağrısı üzerine, terör örgütü PKK/PYD yandaşlarının Ayn el Arap (Kobani) bahanesiyle 35 ilde gerçekleştirdiği şiddet olaylarında 2 polis şehit olmuştu, Diyarbakır'da yoksullara kurban eti dağıtan Yasin Börü ve üç arkadaşının da aralarında bulunduğu 31 kişi hayatını kaybetmiş, 221 vatandaş ile 139 polis yaralanmıştı.
6-7 Ekim olaylarındaki amaç bölgedeki dindar Kürtleri ya sindirmek, ya da bölgeden kaçırmaktı. Aynı yöntemi Afrin, Kobani ve diğer bölgelerde uygulamış ve Barzani'ye bağlı Kürtler başta olmak üzere 17 farklı Kürt grubunu Irak'ın kuzeyine sürmüşlerdi. Nitekim 200 bin Kürt, 6-7 Ekim'de başlayan süreçte ülkenin batısına göç etti. Yaşadıkları şehirler talan edildi. Birçok sivil öldürüldü.
İşte tüm bunları Batı kamuoyuna ve insan hakları kuruluşlarına anlatmak gerekiyordu. YPG ve PKK'nın çocuk savaşçı kullanması gibi, birçok insan hakları ihlalleri yapan ve doğrudan sivil öldüren, anlamsız bir savaşı Çözüm Süreci'ni nedensiz yere bitirerek başlatan vahşi bir örgütü aklamak için birçok senaryo ve yalana ihtiyaç vardı.
PKK, HDP, PYD ve YPJ Goebbels'in taktiğini uyguluyor. "Sürekli yalan söylerseniz bir gün mutlaka inanırlar."
Hurşit Külter Kerkük'te ortaya çıktı.
Yalan o kadar büyük ki, genellikle PKK sempatizanı olan Türkiye sol hareketi bile bölünmüş durumda. Cumhuriyet gazetesi bu olayı mahcupça da olsa haberleştirmiş ve şöyle demiş:
"Hurşit Külter'in aradan geçen 2 ayı aşkın zamanda açıklama yapmaması soru işaretler oluşturdu. Bir grup, Hurşit Külter'in 2 ayı aşkın zamandır yaşadığının bilinmesine rağmen açıklanmamasının kayıp insanlara destek konusuna büyük darbe vuracağını iddia etti derken, karşı çıkanlar, Hurşit Külter'in yaşıyor olmasının tek önemli konu olduğu savunması yaptı."
Tabii ki Hurşit Külter'in ölmemiş olması sevindirici bir husustur. 138 gün boyunca, eğer haberleri yoksa, ki Külter'in annesinin sürekli acılı bir şekilde medyaya çıkarıldığını biliyoruz, ailenin yaşadığı üzüntülere değer miydi? Tabii ki PKK'nın büyük davası için bunları düşünecek hali yok.
Leninist ahlak "Omlet için yumurtaları kırmak gerekir" diye özetler yaklaşımını. Ama bugün Lenin yaşasaydı sanırım PKK'nın yalanları karşısında şapka çıkarırdı. Goebbels ise kendilerine takdir nişanı takardı.
Oysa biz tam tersi bir ilkeye, yanlış yöntemlerle doğru sonuçlara ulaşılamayacağını, yöntem ve usulün sonucu belirleyeceğine inanıyoruz.
PKK, HDP, PYD ve YPG, tıpkı DAEŞ gibi, FETÖ gibi, Suriye ve Irak merkezli yeniden dizayn sürecinin maşalarından öte değil. Kürtler veya barış umurlarında bile değil.
Bunu Kürtler de oldukça fark etmiş durumda ve kamuoyu araştırmaları HDP'nin oylarının güneşi görmüş kar gibi hızla erdiğini gösteriyor.