Türk Silahlı Kuvvetleri, 24 Ağustos tarihinde sabaha karşı saat 04.00'te DAEŞ'in kontrolündeki Cerablus'a girdi. DAEŞ bu tarihten üç gün önce Gaziantep'te bir sokak düğününe saldırmış, 12 yaşındaki canlı bomba çoğu çocuk ve kadın 54 sivilin ölmesine yol açmıştı.
DAEŞ Türkiye'ye Ocak 2014 tarihinden itibaren daha kapsamlı ve hazırlıklı şekilde saldırmaya başladı. Bu tarihten önceki saldırıların aksine, DAEŞ'in Türkiye'ye savaş açtığı saldırıların değişen yöntemi ve profesyonelliğinden anlaşılıyordu.
Türkiye, DAEŞ'i 2013'te terör örgütleri listesine aldı ve DAEŞ'e karşı koalisyona Ağustos 2015'te katıldı. Bu tarihe kadar örgütün Türkiye'yi doğrudan hedef alan, farklı biçimlerdeki eylemlerinin sayısı 10 iken, koalisyona katıldıktan sonra eylem sayısı 24'e çıktı..
Bu arada DAEŞ'e ilk hava harekatını da koalisyondan evvel Türkiye bir silahlı konvoyu vurarak yapmıştı. DAEŞ'in Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı "mürted", yani "öldürülmesi gereken düşman" listesine çoktan almış olduğunu, defalarca bu çağrıyı yinelediğini de hatırlatalım.
Bunun en önemli nedeni, şüphesiz Türkiye'nin sünni ağırlıklı bir Müslüman ülke olması yanında, aynı zamanda bölgeye örnek teşkil edecek şekilde gelişmiş, laik ve çağdaş bir devlet ve toplum olmasında yatıyor. Üstelik Türkiye'de iktidarı devralan Erdoğan ve partisi AK Parti, muhafazakar bir parti olarak hem ülkenin demokratik yapısını, hem de ekonomisini son 15 yılda muazzam biçimde geliştirmişti.
DAEŞ, El-Kaide veya benzer örgütler gibi ezilen Müslüman halkların sözde intikamını almak üzere dağınık bir coğrafyada feda eylemleri yapan bir örgüt değil. DAEŞ sözde bir İslam bölgesi kurmak üzere Irak ve Suriye'nin bir bölümünde (levant) devlet kurmak isteyen bir yapılanma. Ve bu örgüt, Musul'un akıl almaz işgalinden sonra Türkiye'nin 911 km'lik sınırının büyük bölümünde Türkiye'ye komşu oldu.
Böylelikle Ortadoğu'da Müslümanlar için iki tezat devlet modeli yan yana gözüktü. Türkiye'nin Müslümanların çoğunluğu oluşturduğu diğer devletlere örnek olarak gösterilmesi de DAEŞ'in hedefleri açısından büyük bir engel. Tüm bu nedenlerle DAEŞ, Türkiye'deki rejimin yıkılmasını uzun vadeli ve stratejik bir hedef olarak görüyor.
Türkiye koalisyona destek vererek ve üslerini savaşa açarak, aynı anda sınırda etkin denetim sağlayarak örgüte en büyük darbeyi indirdi. DAEŞ'in Türkiye'yi hedef seçmesini altında yatan askeri amaç da buydu. Ya Türkiye'yi kontrollü saldırılarla üzerinde baskı kurmaktan vazgeçirmek, ya da Suriye'ye çekerek, aynı anda birçok kesimle savaştırarak oluşacak durumun avantajlarından faydalanmak istedi.
Tabii kimse DAEŞ'in organik bir örgüt olduğuna inanmıyor Türkiye'de. DAEŞ, Türkiye'nin tüm güney sınırı boyunca bir PKK/PYD koridoru kuracak şekilde aldığı toprakları PKK'ya devrediyor. DAEŞ'in tüm stratejisinin öngörülebilir sonuçları, Suriye'nin bir PKK, bir DAEŞ ve bir Nusayri devleti olarak üçe bölünmesini içeriyor. Dolayısıyla bu garip örgütün bir şekilde bir manivela olarak kullanıldığı çok açık.
Türkiye DAEŞ'le bu ölümcül mücadeleyi verirken, ilginç bir başka gelişme ise Batılı dostları tarafından sürdürüldü. O da Türkiye'nin DAEŞ'e yardım ettiği kampanyasıydı. Türkiye'nin Batılı müttefikleri, 2013'ün başından beri, ya açıktan, ya da el atından Türkiye'yi DAEŞ'e yardım etmekle suçladılar. Bunu dezenformasyona, çoğunluk PKK medyasının uydurma haberlerine, ismi belli olmayan komutanların ifadelerine dayandırdılar. Çok ilginçtir ki, Batı'nın sessiz kaldığı, hatta sempatiyle baktığı 15 Temmuz darbe girişiminin sorumlusu Fethullah Gülen'in devlete sızmış adamları, Türk istihbaratına ait Tır'ların DAEŞ'e silah sevk ettiğine dair bir yargı/emniyet kurgusu yaparak malzeme sağladı. Hatay ve Adana'da durdurulan MİT Tırları'nın fotoğrafları dünyaya servis edildi. Bu kampanyayı ülke içindeki seçkinlerin partisi CHP, liberaller, solcular iştahla kullandı.
(Bu operasyonu yapan Adana Cumhuriyet Savcısı, geçen hafta Gülen örgütü üyesi olmaktan tutuklandı.)
Bununla da kalmadı. Çünkü o sıralarda DAEŞ, PYD'nin diğer Kürt grupları öldürüp sürerek kontrolü sağladığı Ayn El Arab (Kobani) bölgesine saldırmıştı. Bu günlere denk getirilen MİT Tır'ları operasyonu ile yakalanan havayı PKK'nın uzantısı olan HDP, Kürtleri sokağa dökmek üzere kullandı. HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş'ın ayaklanma çağrısı ile sokağa çıkan PKK'nın gençlik yapılanması YDG-H, dindar Kürt gençlerini öldürdü. 52 Kürt vatandaş bu terör dalgasında hayatını yitirdi. Amaç bölgede "de facto" durum yaratarak Suriye sınırının karşısındaki bölgeleri kantonlaştırmak ve birleştirmekti.
Yani Türkiye bir yandan DAEŞ'in hedefi oluyor, bir yandan DAEŞ'e yardım ettiği provokasyonu ile bir iç savaşa zorlanıyordu.
Ancak Kürt vatandaşlar bu çağrılara cevap vermedi. PKK ve HDP, Meclis'e Cumhuriyet tarihinde ilk kez 80 vekille girerek üçüncü parti oldukları 7 Haziran 2015 seçimlerinden hemen sonra tansiyonu yükseltecekler, PKK'nın Türkiye'yi terk etmesini hedefleyen Çözüm Süreci'ni sabote edeceklerdi. 22 Temmuz'da Suriye sınırındaki Şanlıurfa'nın Ceylanpınar İlçesi'nde iki polis memuru yataklarında uyurken infaz edildiler ve süreç çöktü.
DAEŞ, PKK, FETÖ ve PYD'nin merkezinde yer aldığı tüm hareketlerin aynı amaca hizmet ettiği bugün iyice seçiliyor. Gezi krizinde halka ağır şiddet ve gaz uygulayan polislerin konuşma kayıtları ortaya çıktı. Bunlar halkı kışkırtmak için görevlerini kötüye kullanan Gülen'in polisleriydi. Şu anda yargılanma aşamasındalar.
Görüne o ki, tüm bu örgütleri kontrol eden akıl, yeni dünya düzeni kurulurken, uzaktan idare edilebilir bir Türkiye arzu etmişler ve Erdoğan bu nedenle nefret çekmiş. FETÖ-PKK-DAEŞ ortaklığı ile hem Türkiye hem de Suriye'de kontrol "iyi çocuklara" verilmek istenmiş. Öte yandan, İslam kafa kesen DAEŞ ile Gülen modeli bir teslimiyet arasında bırakılmak, böylelikle İslam ülkeleri kontrol edilmek istenmiş.
Bu ahlaksızca olduğu kadar akılsızca da bir yol olmuş. Çünkü Türkiye Batı değerlerini, demokrasiyi özümsemiş, siyaseti güçlü, şiddete kapalı, ekonomisi güçlü bir model olarak Batı için de eşsiz bir partner. Bu partneri marjinalleştirmek, onu Suriyeleştirmek, arı kovanına sopa vurmak ile aynı şey. Dolayısıyla, eğer dünya 21 yy'da daha iyi bir yer olacaksa, bu demokratik, Batılı ve güçlü bir Türkiye ile mümkün. Çünkü belli ki dünyanın merkezi hala Ortadoğu ve istikrarlı Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlar için de Türkiye bir kilit taşı öneminde.
Özetle, Türkiye tüm dostlarının davranışlarını not etti. Yeni bir ilişki şart. Ve bu ilişkinin nasıl olacağına dair seçim, Türkiye'den çok Batı'nın kendi kaderi için önemli olacak.
Çünkü Türkiye dostlarının desteği olmadan, hatta ihanetine rağmen ayakta durmayı öğrendi. Kendisini yıkamayan darbeler sonrası daha da güçlendi.