Bu hafta, Türk ve Amerikan heyetlerinin önümüzdeki hafta içinde görüşmelere başlayacağına dair haberler çıktı. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, birkaç hafta önce Ankara'da yaptıkları görüşmede, Türkiye ve ABD arasındaki krizleri çözmek için çalışma grupları kurulmasına karar vermişti. Bu karar ikili ilişkilerin geleceği açısından kesinlikle olumlu bir işaret. Zira tarafların görüşmeye dair yayınladıkları ortak açıklama, iki ülke arasındaki sorunları tespit edip çözme yönündeki iyi niyet ve kararlılığı ortaya koymuştu. Ancak Türk halkı ile karar alıcıların bu görüşmeler sonrasında beklediği birkaç husus bulunuyor. ABD tarafı bu beklentilerin farkında olmalı.
İlk olarak, PKK'nın Suriye kolu Halk Savunma Birlikleri (YPG) konusunda bir şeyler yapılması gerektiği artık çok açık. ABD başkanlarından Dwight Eisenhower bir keresinde, "Planlar hiçbir şeydir, planlama ise her şeydir" demişti. ABD'nin geçmişte verdiği sözleri tutmaması yüzünden, bugün Türk-Amerikan ilişkilerinde sözler vermekten ziyade verilen sözlere uygun adımlar atmak çok daha önemli hale geldi. İlişkilerin düzelme yoluna girebilmesi için, Amerikan tarafının birtakım olumlu adımlar atması artık şart. İki ülke arasındaki karşılıklı güven zarar gördüğü için, bu konuyla ilgili vaatlerin çok fazla kıymeti harbiyesi kalmadı. Olumlu tarafından bakıldığında ise, mevcut durumun ilişkilerdeki düzelme bakımından çıtayı çok alçak tuttuğu görülüyor. Dolayısıyla, küçük bir adım bile ilişkilerde ciddi bir iyileşme sağlayacaktır. ABD'nin Menbiç'le ilgili verdiği sözleri tutması bir ilk adım olabilir.
İkinci olarak, Washington'daki kurumlar arası çekişme Türkiye'de çok iyi anlaşılmıyor. ABD tarafında yapılan her açıklama, kimin yaptığına bakılmaksızın yönetimin tutumunu olarak algılanıyor. ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı'nın (CENTCOM) YPG mensuplarından oluşan bir sınır koruma birliği kurulacağı yönündeki açıklaması, Tillerson'ın birkaç gün sonra yaptığı açıklamaya kadar ilişkilere ciddi bir hasar verdi. Bu kurumlar arası çekişme, Türk halkının büyük bir kesimi tarafında bahane olarak algılanmaya başladı. Bu yüzden, önemli dış politika konularında verilen mesajların net olması çok önemli. Tabii ABD yönetiminin bu noktada, Suriye politikasını netleştirmesi de gerekiyor. CENTCOM komutanı General Joseph Votel'in Kongre'de Suriye politikası hakkında düzenlenen oturumda yaptığı açıklama, Tillerson'ın bundan birkaç hafta önceki Suriye stratejisiyle ilgili konuşmasında koyduğu hedeflerle çelişiyordu. Bu durum ABD müttefikleri ile bölge ülkelerinde, Washington'ın asıl amaçları konusunda kafa karışıklığına neden oluyor.
Üçüncü olarak, ilişkilerin geçmekte olduğu bu çok hassas dönemde, kamuoyuna verilen mesajlar oldukça önemli. Çalışma komitelerinin bu konuya eğilmesi lazım. Washington'daki kurumlar arası çekişmeyle bağlantılı bu durumun başka bir yönü de var. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Heather Nauert'in, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) Suriye'de ateşkes ilanı kararının Türkiye'nin Afrin'e yönelik Zeytin Dalı Harekatı'nı da bağladığına dair açıklaması, ilişkilerdeki düzelme sürecine talihsiz bir müdahale niteliğindeydi. Çavuşoğlu ve Tillerson'ın yaptığı açıklamalar, tarafların terör saldırısı durumunda meşru müdafaa hakkına sahip olduğunu açıkça ortaya koymuştu. Dahası, Suriye'nin bazı bölgelerindeki insani krizi sona erdirmeyi amaçlayan BMGK kararında, Türkiye'nin Afrin'deki harekatından hiç söz edilmemişti. Bu yüzden, sözcü Nauert'in açıklaması Türk halkında ABD'ye karşı tepki yaratabilir. Özellikle de iki ülkenin dışişleri bakanlıklarının sorunları çözmeye çalıştığı bir sırada, bu tür açıklamalar hem müzakereciler üstünde büyük bir baskı oluşturabilir hem de çalışma gruplarının başarısını tehlikeye düşürebilir. Aslında Türkiye'de kamuoyunun dış politikanın şekillenmesinde ne kadar etkili olduğu düşünülünce, ABD tarafının Zeytin Dalı Harekatı konusunda daha dikkatli davranması gerek. ABD'nin Afrin'deki harekata yönelik bir destek açıklaması, bilhassa ABD'nin Türkiye'de son üç yılda meydana gelen terör saldırıları sebebiyle Türk halkının yaşadığı travmayı anlamadığı yönündeki yaygın görüş dikkate alınırsa, bu noktada yararlı olabilir.
Bu hassasiyetlerin anlaşılması, gerek önümüzdeki hafta içinde yapılacak görüşmelerin gerekse iki ülke arasındaki ilişkilerin geleceği açısından önemli olacaktır.