Washington'daki Türkiye uzmanları son yıllarda birçok kez, Türk dış politikasındaki değişiklikleri eksen kayması olarak niteledi. Bu uzmanların eksen kaymasından kastı, Türk dış politikasının Batı odaklı yapısından çıkarak başka bir yöne doğru evrilmesi idi. Türkiye İran ile yakınlaşınca eksen kaymasının yönü İslam dünyası, Rusya ile ticaret hacmi artınca da Doğu olmuştu. Dolayısıyla bu gelişmeler, Türkiye'nin Batı dünyasına ve özellikle de ABD'ye sırtını döndüğünü gösteriyordu. Türkiye'nin ABD liderliğindeki ittifak sistemlerine sadakati, aynı isimler tarafından sıkça sorgulandı. Bazılarına göre Türkiye artık güvenilir bir müttefik veya ortak değildi. Bu analizlerde Türk dış politikasının niyetine sürekli şüpheyle yaklaşıldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 2003'te Amerikan askerlerinin Türkiye toprakları üzerinden Irak'a girmesine izin vermemesi, Türk dış politikası yön veren yetkililerin o dönemde Irak'ta devam eden insani krize ve sivil can kayıplarına yönelik eleştirileri ve 2010'daki Tahran deklarasyonu, Türkiye karşıtı söylemlerin zirve yapmasına neden olmuştu. Aslına bakılırsa, bu söylem bazı çevrelerde hâlâ etkili. Örneğin, Türkiye'nin Astana sürecinde Rusya ile işbirliği yapması şu sıralarda, Türkiye'yi Batı'dan uzaklaştıran bir adım olarak görülüyor.
Oysa esasen son 15 yılda eksen kayması yaşayan asıl ortak, bizzat ABD'nin kendisi idi. Amerikan yönetimleri izledikleri politikalarla müttefiklerin kafalarında soru işaretleri uyandırdıkları gibi, verdikleri güvenlik taahhütleri konusunda da ortakları arasında endişe yarattı. Nitekim ABD Başkanı Donald Trump'ın kendisi bile NATO'nun miadını doldurup doldurmadığını sorguladı. Türkiye de bir ABD müttefiki olarak, bulunduğu bölgedeki krizler ve Amerikan politikalarındaki kararsızlık, atalet ve belirsizlikler nedeniyle bu endişeyi en güçlü şekilde yaşadı. Mesela bir önceki ABD Başkanı Barack Obama, Suriye'ye yönelik olarak sadece söylem odaklı bir dış politika izleyerek Türkiye'yi büyük hayal kırıklığına uğrattı. ABD'nin Suriye politikası konusunda Türkiye'yi kafası karışık halde bırakması ve kırmızı çizgi taahhüdünü Türkiye'ye bilgi vermeden geri çekmesi, müttefikine sırtını dönmesi olarak görüldü. Başkan Obama İran'la nükleer anlaşmayı müzakere ederken, ABD yönetimi Türkiye'nin güvenlik kaygılarına karşı son derece duyarsız kalıyordu. Türkiye, sınırlarının yanı başında giderek şiddetlenen bir iç savaşla ve bu çatışmadan kaçan 3,5 milyonu aşkın mültecinin yüküyle baş etmek zorunda kaldı. ABD Türkiye'ye, II. Dünya Savaşı'ndan beri görülen bu en büyük insani krizi yönetmesi için anlamlı bir yardımda bulunmadı. Türkiye yalnız bırakıldı. Daha sonra Obama yönetiminin son aylarında ABD, Suriye konusunu Rusya ile konuşmayı tercih etti ve aralarında Türkiye'nin de olduğu müttefiklerini bilgilendirmedi.
Bu, müttefikliğe hiç yakışmayan bir tutum idi.
ABD'nin Türkiye'ye sırtını döndüğü tek konu Suriye değildi. Ortadoğu gittikçe istikrarsızlaşırken, Türkiye ABD'den hava savunma sistemleri ve insansız hava araçları (İHA) satın alarak kendini korumaya çalıştı. Ancak Amerika İHA satışına izin vermeyerek Türkiye'yi bir kez daha şoke etti. Ardından, Amerikan hava savunma sistemlerinin satın alınması sürecinde ABD şirketleri NATO müttefiki Türkiye ile herhangi bir teknoloji paylaşımı yapmayı reddetti. Amerikan yönetimi Türkiye'nin bu silah sistemlerini satın almasına yardımcı olmadığı gibi, başka ülkelerden silah sistemleri almasını da engellemeye çalıştı. Bu arada, ABD Türkiye'ye konuşlandırdığı Patriot füzelerini geri çekmekle kalmayıp, bunu Türkiye'ye bilgi vermeden yaptığını da basına sızdırdı. Evet, bunlar müttefikliğe hiç yakışmayan hareketlerdi.
ABD müzakere edilmekte olan bir serbest ticaret anlaşması konusunda da Türkiye'ye sırt çevirdi. Türkiye olası bir Transatlantik Serbest Ticaret Anlaşması'nın olumsuz etkilerine dair endişelerini sürekli dile getirse de, ABD bu müttefikinin muhtemel ekonomik kayıplarına duyarsız kalıyordu.
DEAŞ'ın Irak ve Suriye topraklarında hâkimiyet kurması üzerine, Türkiye ve ABD bu tehdidi bertaraf etmek amacıyla bir eğit-donat programı başlattı. Fakat kısa süre sonra, ABD'nin aslında bu programı uygulamaya dönük adımlar atmaya pek hevesli olmadığı anlaşıldı. Program adeta başarısız olacak şekilde tasarlanmıştı. Bir yandan da Türkiye'nin DEAŞ'la mücadele etmeye ne kadar gönülsüz olduğuna dair çok sayıda haber çıkıyor ve Washington'daki Amerikalı yetkililer Türkiye'nin daha fazla çaba göstermesi gerektiğini söylüyordu. Çok geçmeden, ABD'nin Suriye'de bir terör örgütüyle çalışmak için orijinal planı bir kenara bırakmaya çalıştığı belli oldu. Bu arada söz konusu terör örgütünün Türkiye kolu PKK, ABD tarafından da resmi olarak terör örgütü kabul ediliyor. PKK'nın 2015 ve 2016 yılları boyunca Türkiye'deki hedeflere yönelik saldırıları da ABD'nin tutumunu değiştirmedi. Bir terör örgütünü silahlandırmanın yasadışılığına, bunun Türkiye ile stratejik ortaklığa aykırı oluşuna ve Halk Savunma Birlikleri (YPG) ile PKK arasında yapılan suni ayrımın saçmalığına rağmen, ABD bu politikayı devam ettirerek Türkiye'ye sırt çevirdi. ABD bu dönemde, Türk hükümetine verdiği resmi ve gayrı resmi sözleri tutmadı.
Türkiye işte böyle bir ortamda, demokrasisine ve halkına yönelik en tehlikeli saldırılardan biri olan 15 Temmuz darbe girişimini yaşadı. ABD Türk halkının yaşadığı travmayı anlayamadığı gibi müttefikine anlayış da göstermedi. Ardından da, bu tehdidi engellemesi için Türkiye'ye yardım etme konusundaki isteksizliğini ortaya koydu. Türkiye bu kritik dönemeçte ABD'yi yanında göremedi. Hatta ABD geçtiğimiz yıl, daha önce benzeri görülmemiş bir adım atarak birkaç aylığına Türk vatandaşlarına vize vermeyi bile durdurdu.
Bunlar Türkiye ile ABD arasında, ABD yönetimlerinin yaptıkları ve yapmadıkları yüzünden yaşanan krizlerin sadece kısa bir özeti. Bugün Türkiye'de halkın büyük bir bölümü, ABD'nin Türkiye'ye sırt çevirdiğini düşünüyor. Bu ortaklıkta bir eksen kayması var ve bu eksen kayması esasen ABD dış politikasında yaşandı. Birçok kişi, Marksist-Leninist bir örgüte bir NATO müttefikinin ulusal güvenliği pahasına destek vermenin eksen kayması değilse ne olduğunu soruyor. Amerika bugüne kadar, bir müttefikinin sınırlarında o müttefike doğrudan tehdit oluşturan bir örgütü eğitip donatmamıştı. Ama Türkiye'ye bunu yaptı. Amerika bugüne kadar, bir müttefikinin vatandaşlarına vize vermeyi durdurmamıştı. Fakat Türkiye'ye karşı bu adımı attı. Bugüne kadar, Amerikan kurumlarının bir terör örgütünün çocuk yaştaki militanlarını gösteren fotoğraflarla ilgili övücü mesajlar verdiğine hiç tanık olmamıştık. Ancak Türkiye örneğinde bunu da gördük. ABD'nin artık güvenilir bir müttefik olup olmadığı konusunda Türkiye'de haklı bir endişe var. Bugün artık yaptırımlara dair örtülü tehditlerin, 1915 olaylarıyla ilgili karar tasarılarının veya Türk Silahlı Kuvvetlerinin Afrin harekatına ilişkin endişe açıklamalarının Türkiye açısından çok fazla anlamı yok. Washington'da kurumlar arasında yaşanan çatışmaya dair bahaneler de ilişkilerin düzelmesine yardımcı olmuyor. Türkiye ikili ilişkilerin mevcut durumunun yeni normal olup olmadığını veya ilişkilerdeki hasarı onarmaya yönelik siyasi bir karar alınıp alınmayacağını görmek istiyor. Bu noktada zaman çok değerli. İlişkileri onarmayı hedefleyen adımların gecikmesi bu ortaklığa büyük zarar verir.