Türk hava sahasını ihlal eden bir Rus savaş uçağının düşürülmesinin ardından Türkiye ile Rusya'nın barışması, iki ülke ilişkilerinde önemli bir dönüm noktası teşkil ediyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın St. Petersburg'a yaptığı ziyaret ve iki ülke liderleri ile heyetleri arasında gün boyunca devam eden görüşmeler, iki tarafın da bozulan ilişkileri düzeltme isteğinde olduğunu gösterdi. Rus jetinin düşürülmesine kadar geçen sürede iki ülke ilişkileri tarihteki en iyi dönemlerinden birini yaşamaktaydı. Uçağın düşürüldüğü 24 Kasım 2015 ile 10 Ağustos 2016 arasında geçen gergin dönemi sona erdiren St. Petersburg görüşmesi ile birlikte ilişkiler eski haline dönecek. Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, düzenledikleri basın konferanslarında ikili ilişkileri hızla düzeltme hatta ekonomik ve ticari ilişkileri kriz öncesindeki seviyenin bile ilerisine taşıma niyetinde olduklarını açıkladı. Heyetler arası görüşmelerde iki ülkenin bakanları, tüm sorunları mümkün olan en kısa sürede çözüme kavuşturma kararlılıklarını gösterdi. St. Petersburg'daki bu görüşme tabiatı gereği Batılı başkentlerde birçok soru işareti uyandırdı. İki ülke ilişkilerinin son dokuz aydaki seyri düşünüldüğünde, bu kuşkusuz önemli bir hadise idi. Görüşme aynı zamanda, Erdoğan'ın geçen ayki darbe girişimi sonrasında ilk yurtdışı ziyareti olması itibarıyla da önemliydi. Ancak birçok uzman, Türk dış politikasının ekseni ile ilgili eski argümanları tekrar gündeme getirdi. Son 15 yılda Türkiye'nin dış politika açılımlarının istisnasız olarak tümü, bazı uzmanlar tarafından Batı'dan uzaklaşma veya ideolojik temelli bir yön değiştirme şeklinde yorumlandı. Türkiye'yi kimin kaybettiği sorusu her seferinde tartışmalarda ön plana çıktı.
Rusya'ya yönelik son açılım ve varılan uzlaşma da benzer tepkilere neden oldu. Erdoğan-Putin görüşmesi Türkiye'nin Batı'dan uzaklaşarak Rusya'ya yönelmesinin işareti olarak yorumlandı. Hatta Türkiye'nin NATO üyeliğini sorgulayanlar bile oldu. Basında çıkan yazıların çoğunda, Türk halkının ve Türk siyasetçilerinin Batılı hükümetlerin darbe girişimi hakkındaki tutumlarına yönelik eleştirileri bile bu argümanları desteklemek için kullanıldı.
Aslında Rusya ile Türkiye arasındaki uzlaşma, sadece ikili ilişkileri normalleştirmeyi amaçlayan bir girişim. Yaşanan kriz son birkaç ayda iki ülkeye de ekonomik ve sosyal açıdan zarar verdi. İki taraf da ciddi stratejik meydan okumaların ve bilhassa Suriye ve Ukrayna'daki çatışmalarla ilgili görüş ayrılıklarının farkında. İki ülke de aralarındaki anlaşmazlıkları büyütmemek ve bunların ekonomik ve diplomatik ilişkilere zarar vermesini önlemek için birkaç yıldır önemli gayretler sarf ediyordu. Türkiye ve Rusya arasındaki normalleşmenin ilerlemesiyle birlikte, iki ülke arasındaki ticaretin hacminde ve turizm hareketlerinde artış olacaktır. Ayrıca enerji alanında işbirliği ve Rus gazı ile petrolünün taşınması için yeni rotalar belirlenmesi gibi konular da ele alınacak. Rusya'nın Türkiye'deki nükleer enerji santrali inşaatı da devam edecek. İlişkilerin düzelmesi iki ülkede de ekonomi sektörünü ve halkı rahatlattı. Erdoğan ve Putin kapalı kapılar ardında ağırlıklı olarak Suriye konusunu ele alırken, kurmayları da baş başa görüşmelerde aynı konuya odaklandı.
Türk dış politikasının ekseni konusuna gelince, Türkiye'nin bir NATO üyesi ve AB'ye aday ülke olarak Batı dünyasıyla müttefiklik ilişkilerini sürdürürken dış politikasında yeni yönelimler peşinde olacağı artık anlaşılmalı. Ancak şu noktanın anlaşılması da önemli; Türk demokrasisinin 15 Temmuz'da darbe tehdidiyle karşılaşması sırasında ve sonraki süreçte, Batı dünyası Türkiye'ye kesinlikle güven vermedi. Müttefiklerin dayanışma göstermemesi karar alıcıları hayal kırıklığına uğratırken, darbeye sert tepki gösteren Türk halkını da kızdırdı. Ayrıca hepsinden önemlisi, darbe girişiminin üzerinden bir ay geçmesine rağmen Batılı hükümetlerden ve Batı medyasından manidar ölçüde sınırlı destek ve dayanışma mesajı gelmesi nedeniyle, Batı'ya karşı bir güvensizlik var.
Batılı hükümetlerin Türkiye'ye yönelik pozitif destek mesajları ve dayanışma ziyaretleri içermeyen ikircikli kamu diplomasisi, Türk dış politikası üzerinde olumsuz etkiler yaratabilir. Fakat sonuç ne olursa olsun bunun sebebi, Türk dış politikasındaki bir eksen kaymasından ziyade Batılı ülkelerin kilit öneme sahip bir müttefiki tarihinin en zor dönemeçlerinden birinde yalnız bırakması olacaktır. Ama henüz çok geç değil ve Batılı ülkelerin daha düzgün ve empati içeren politikalar izlemesi bu olumsuz etkileri sınırlayabilir.