Bu köşede kaleme aldığım bir önceki yazıda, ABD'deki başkanlık seçimi sürecinin bu ülkenin dünyadaki imajını ve itibarını nasıl etkilediğini ele almıştım. ABD'deki en yüksek makama gelebilmek için yarışan adayların duvarlar inşa etmekten, bazı insanların ülkeye girişini önlemekten ve takip amacıyla göçmenlere çip takma planlarından söz etmesi, ABD'nin Türkiye'deki imajı üzerinde ciddi etkiler yaratıyor. Ancak ABD'nin dünya genelindeki konumunu etkileyen tek şey bu değil. Bu ülkenin müttefikleriyle ilişkilerindeki ikircikli ve muğlak tutumu da dünyadaki imajını dolaylı biçimde etkiliyor. ABD'nin tüm dünyadaki müttefikleri, onun yaptığı anlaşmalara ve ittifaklara olan sadakatini ve bağlılığını sorguluyor. Bu bağlamda, Türk kamuoyu da ABD'nin bölgemizdeki amaçlarına ve hedeflerine yönelik bazı şüpheler besliyor. Bu şüpheler ABD'nin Irak'ı işgaliyle başladı. Aslında bu durum, ABD'nin Ortadoğu'daki tek taraflı eylemlerinin dünya kamuoyunda yarattığı tepkinin bir parçasıydı. Obama'nın başkanlık koltuğuna oturması ve çok taraflılık konusunda verdiği mesaj ile birlikte, ABD'nin tüm dünyadaki imajı hızla düzelmişti. Başkan Barack Obama'nın görevdeki ilk yılında Nobel Barış Ödülü'nü alması biraz da, dünyaya verdiği bu mesajın yarattığı olumlu etkiler sayesinde oldu.
Fakat ABD yönetiminin daha sonraki dönemde izlediği politikalar ile bu mesaj arasında uyumsuzluklar olduğu görülmeye başlandı. Suriye'deki krizle beraber, ABD'nin müttefiklerinin gözündeki imajı ve itibarı ciddi biçimde yara aldı. "Esad gitmeli" mesajının vurgulandığı konuşmayı takiben eyleme geçilmemesi, "kırmızıçizgi" açıklaması sonrasında bu çizginin ihlal edilmesine hiçbir tepki gösterilmemesi ve sürekli kınamalara rağmen Suriye'deki şiddeti durdurmak için etkili bir politika uygulanmaması, ABD'nin bölgede halkların gözündeki itibarını azalttı. Kobani operasyonu ile birlikte, Türk kamuoyunda ABD'ye yönelik şüpheler iyice arttı. ABD önderliğindeki uluslararası koalisyonun Türk hükümetinin kaygı dolu açıklamalarına rağmen Kobani'deki Halk Savunma Birlikleri'ne (YPG) askeri destek vermesi, ABD'nin Türkiye'deki imajını olumsuz biçimde etkilemeye başladı.
ABD yönetiminin YPG güçlerine sağladığı askeri destek, Kobani'deki operasyonlar sonrasında da devam etti. Bu arada, YPG'nin Türkiye kolu olan PKK ateşkesi bitirip Türkiye'de saldırılar düzenlemeye başladı. Dünyadaki terör uzmanlarının neredeyse hepsi bu iki örgüt arasındaki ideolojik, örgütsel ve kadro ilişkilerine dikkat çekerek onların aynı yapının parçaları olduğunu belirtirken, ABD bunlar arasında suni bir ayrım yapmakta ısrar etti ve YPG'yi Suriye'de iyice güçlendirdi.
PKK saldırılarının başlamasıyla beraber can kayıpları arttığı ve örgüt Bursa ve Ankara gibi büyük şehirlerin merkezlerinde saldırılar düzenlediği halde, ABD YPG'ye verdiği askeri desteği tekrar gözden geçirmekten kaçındı. ABD'nin bölgedeki önemli bir müttefikinin bizzat ABD'nin eğitip silahlandırdığı bir terör örgütünün saldırılarına uğraması, müttefiklik ilişkileri açısından ciddi bir çelişki yarattı. ABD yönetimi, Dışişleri Bakanlığı ve Beyaz Saray sözcülerinin PKK ile YPG'nin birbirinden farklı örgütler olduğu yönündeki açıklamaları haricinde, bir terör örgütüne destek vermek anlamına gelen bu tartışmalı politikanın olumsuz etkilerini gözden geçirmedi. Mevcut yönetimin görev süresi boyunca YPG'yi destekleyerek DAİŞ'i zayıflatmayı içeren hedefi, bu politikanın uzun vadeli sonuçlarının değerlendirilmesine engel oldu.
Üniformalarının üzerinde YPG arması bulunan ABD askerlerinin fotoğraflarının yayınlanması, Türk kamuoyunda ABD'ye yönelik şüpheleri daha da alevlendirdi. ABD'nin hem kendisinin hem de müttefiklerinin terörist örgüt olarak gördüğü silahlı bir grubu desteklemesinin etkileri, ABD ve müttefikleri arasındaki karşılıklı güven ve ilişkiler bakımından büyük sorunlar yaratacaktır. PKK'nın Türk askerlerini öldürdüğü bir dönemde ABD'nin bu örgütün Suriye kolu ile işbirliği yaptığına tanık olunması, ABD'nin kamu diplomasisi açısından Türkiye'de uzun dönemde ciddi zorluklara yol açacak. Bu manada, mevcut ABD yönetimi Türkiye ile ilişkiler konusunda bir sonraki yönetime ağır bir sorun devrediyor. Bu faktörü Türkiye'de halkın dış politika konularına gittikçe daha çok ilgi göstermesi ile beraber düşündüğümüzde, önümüzdeki dönemde ikili ilişkilerde önemli risklerin ortaya çıkacağını görebiliyoruz.