Çinlilere atfedilen meşhur bedduada, "İlginç zamanlarda yaşayasın!" denir. Uluslararası sistemde son 20 yılda yaşanan hızlı değişim ve dönüşüm, yeni sistemin gittikçe öngörülemez bir hal alması ve dünya siyasetini etkileyen güçler nedeniyle, bizden önceki nesillerden çok daha ilginç zamanlarda yaşıyoruz. Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle birlikte son yirmi yılda, dünya iki kutuplu olmaktan çıkıp tek kutuplu hale geldi. Kimileri tam da bu tek kutupluluğun daha uzun yıllar devam edeceğini düşünürken, sadece on yıl içinde tek kutuplu bir dünyadan çok kutuplu bir dünyaya geçiş tartışılmaya başlandı. Bu tartışma hâlen sürüyor ve geçiş süreci de sona ermiş değil. Daha da önemlisi, dünyanın çok kutuplu mu yoksa "uni-multipolar"( bir süper-birçok güçten oluşan, tek ve çok kutuplu arası karma bir sistem) mı olacağı hâlâ belli değil.
Uluslararası sisteme dair sorular çoğalırken, ABD'nin yeni oluşan bu uluslararası sistemdeki rolüyle ilgili tartışmalar da gittikçe yoğunlaşıyor. Geçtiğimiz on yıl içinde, içlerinde ABD'nin dış politikasına yön verenler, bu alanda araştırma yapan bilim adamları ve konuyu yakında takip edenlerin de olduğu pek çok kişi, bu tartışmalara katılarak ABD'nin dünyadaki rolünün gelecekte nasıl bir şekil alacağını anlamaya çalıştı. Son yedi yılda bu alandaki çalışmaların en önemlileri, ABD'nin gerileyişi konusuna ve bu ülkenin gücünün önümüzdeki yıllarda tükenip tükenmeyeceği sorusuna odaklandı. Yayınlanan kitaplar çoğunlukla, ABD sonrası dünyaya ve ABD hegemonyasının yerini neyin alabileceğine dair görüşler içeriyordu.
Ancak bu tartışmalar istikrarlı olmayan bir uluslararası sistemde cereyan ediyor. Tartışmalar yoğunlaşırken, dünya da değişiyor ve sistemde farklı tehditler ve dinamikler beliriyor. Lehman Brothers'ın iflasının ardından dünya ekonomisi küresel bir mali krize girince, dünyanın değişik yerlerinde yaşayan insanlar yeni bir uluslararası sistemden söz etmeye başladı. Ama o dönemden bu yana, küresel ekonomideki düzelmeye rağmen uluslararası güvenliğe yönelik yeni tehditlerin ortaya çıkışına tanık olmaya başladık. Günümüzde DAİŞ gibi örgütler dünyamızı, kontrol altına alınıp yok edilmesi çok daha zor olan yepyeni bir terör türüyle karşı karşıya bıraktı. Kimilerince ABD'nin gerileyişinin en önemli sebebi olarak görülen, Amerikan askerlerinin Irak'tan geri çekilmesine rağmen Irak şu anda yeni bir iç savaşın eşiğinde. Ayrıca Suriye'de büyük bir insanlık dramı yaşanıyor. Yerlerinden edilen milyonlarca insan sığınacak bir yer ararken hayatta kalmaya çalışıyor. Suriye'deki rejim kendi vatandaşlarına karşı kimyasal silah kullandı.
Yükselen güçlerin meydan okumaları da beklenenden daha hızlı gerçekleşti. ABD'nin geçmişte muhtemel bir ortak olarak düşündüğü Rusya, Ukrayna ve Suriye'de ciddi bir rakip olarak ortaya çıktı. Çin, Güney ve Doğu Çin Denizi'ndeki ABD müttefiklerine sataşmaya başladı.
Tüm bu yeni faktörler, ABD'nin uluslararası sistemdeki rolüyle ilgili tartışmayı daha da önemli kılıyor. Dünyaya ve uluslararası sisteme dair stratejilerin olmayışı, gittikçe artan tutarsızlıklar ve eylem eksikliği, ABD'nin dünyadaki rolünü ciddi ölçüde zorlaştırıyor. Bu durum, Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi'nin (CSIS) yakın zamanda yayınladığı Küresel Tahminler-2016 başlıklı raporda çeşitli uzmanlar tarafından ayrıntılı biçimde ele alınıyor. Rapora katkı verenlerden biri olan Michael J. Greene, "ABD'nin her yerde savunma durumunda olduğu görülüyor" diye yazmış. Mevcut duruma ilişkin bu karamsar görüşe ek olarak, ABD'nin dünya çapındaki liderliğinin geleceğine dair büyük bir kötümserlik de gözleniyor. James A Lewis'in kaleme aldığı analiz yazısında şöyle deniyor: "ABD'nin nüfuzunun Vietnam'da uğradığı hasarın giderilmesi neredeyse on yıl almıştı. Bu kez işimiz daha da zor olacak. ABD 1975'te takatsiz tek bir rakiple karşı karşıya idi. Avrupalı liderler Sovyetler Birliği'ne karşı ABD'nin desteğine ihtiyaç duyuyordu. Çin ve gelişmekte olan dünyanın diğer büyük ülkeleri henüz güçlenmemişti." Lewis'e göre ABD'nin karşılaştığı meydan okuma şundan kaynaklanıyor: "ABD Kongresi'ni felç eden siyasi kargaşa, anayasa krizi nitelemesini hak edecek bir düzeye ulaştı. Bu siyasi krize ek olarak, dış politikaya yön veren "siyasi seçkinler" de entelektüel açıdan zayıf. İdeolojik temelli siyaset ve anlamsız akademik tartışmalar, bu zayıflığı daha da vahim hale getiriyor."
ABD'nin bir sonraki başkanı, bu yeni zorlukların üstesinden gelmek ve ülkesinin dünyadaki rolüne ilişkin tartışmalara dâhil olmak zorunda kalacak. Başkanın bu büyük tartışmada ve sonradan ortaya çıkacak diğer tartışmalarda belli bir tutum alması gerekecek.