Bugünün siyasetinde herkesin bir kullanım değeri var. Siyasi odaklar da bunu olabildiğince istismar etme konusunda çok istekliler. Bundan bir ay kadar önce gündeme gelen 1128 akademisyenin imzaladığı 'Barış Dilekçesi' de araçsal bir girişimdi. Yazdıkları metin Güneydoğu kentlerinin bazı mahallelerindeki PKK'lı çetelerle güvenlik güçleri arasındaki çatışmayı, PKK'yı zikretmeden ve tüm suçu devlete yıkarak betimliyordu. Dahası devletin konumunu Birleşmiş Milletlerin 'soykırım' olarak tanımladığı eylemlere indirgiyordu. Açıkçası bu metnin taraflı, gayrı adil, hatta düpedüz yalan olan çok fazla yönü vardı. İmzacıların "Biz devletin vatandaşı olduğumuz için sadece onu muhatap aldık" argümanı ise fazlasıyla hazindi. Çünkü metin sadece olması gerekeni söylemiyor, yaşanmakta olanı da gerçekliği çarpıtarak tanımlıyordu.
Öte yandan Cumhurbaşkanı'nın buna tepkisi de siyaseten farklı bir kullanım değerine işaret etti. Muhafazakar kesimin söz konusu haksızlık karşısında bütünleşmesi, tek bir blok halinde 'milli' duygular etrafında toplanması amaçlandı. Yargının ve üniversitelerin 'göreve' çağrılması, kötüye kullanılmaya müsait bir ortam yarattı ve birçok akademisyen açık haksızlıklara maruz kaldı. Bu müdahale AK Parti'ye de yaramadı, meşruiyet zaafı oluştu, anayasa tartışması sürecinde partiye zarar verdi. Ama 'Barış Dilekçesi' o kadar patetikti ki, kullanım değerinden yararlanma iştahı yaratmıştı.
Sıcak siyasetin harareti AK Parti'nin yararlanabileceği bir fırsatın elden kaçmasına neden olurken, PKK tarafı kendi yanlışının bedelini ödememiş olarak kaldı. Ancak yazılan metin zaten kötüydü ve buradan kalıcı bir kazancın çıkması zordu.
Söz konusu imzacıların büyük çoğunluğunun belki de bu metni görmeden veya okumadan imzaladıklarını varsaymak gerçekçi gözüküyor. Gerçekten de barış isteyen çok sayıda insan, bunun samimi bir girişim olduğunu düşünmüş olabilir. Ama siyasetin geldiği nokta maalesef 'temiz' duygulara alan açan cinsten değil. 'Temiz' olabilmek için önce üzerinizdeki fark etmediğiniz kirden arınmanız gerekiyor. Akademisyenler her nasılsa kendilerini hep 'temiz' sanmaya çok eğilimliler ve bu da görünüşü temiz ama işlevi kirli eylemlere alet olma riskini ortaya çıkarıyor.
Bu akademisyenlerin deklare edilen amacının barışın gelmesi, insanların ölmemesi olduğunu hatırlayalım… Bu nasıl olacak? Tabii ki toplumun genelinde, ama şu an için daha önemlisi AK Parti ve PKK içinde de bunu isteyenlerin sayısının ve gücünün artmasıyla. Çünkü barış ancak her iki tarafta birden barış siyasetinin öne çıkmasıyla mümkün. Peki, bu bildiri ne yapmış oldu? AK Parti içinde Kürt meselesine şahince bakanların elini güçlendirdi, çünkü kötü niyetli bir değerlendirmeye dayanıyordu. PKK içinde de şahinlerin elini güçlendirdi, çünkü tek taraflı olduğu için örgütün şu anki stratejisine destek vermiş oldu. Sonuçta her iki tarafta da savaş daha kabul edilebilir hale geldi… Her iki tarafta da kurumsal yapının içinde barış siyasetini önerenlerin sesi kesildi.
Kısacası eğer bu 'Barış Dilekçesi' gerçekten de barış için yazılıp kamuoyuna çıktıysa, tek kelimeyle 'ahmakçaydı' demek durumundayız. Eğer bu varsayım size gerçekçi gelmiyorsa, bu eylemin 'kullanım değerinden' ötürü bilerek yapıldığını varsaymamız lazım. Herhalde akademisyenlerin siyasete alet olduklarını bilmeyecek kadar saf olduğunu düşünecek halimiz yok. Muhalefet bu düzeyde kaldığı sürece AK Parti'nin de aynı düzeyde kalmayı tercih etmesi de belki gerçekçi. Ama galiba bu bir 'orta kalite' tuzağından başka bir şey değil ve Türkiye'ye zarar veriyor.