Son iki seçimde AK Parti'nin spektaküler oy kayıp ve kazancı muhalefetin dengesini doğal olarak bozdu. Sosyolojik düzlemde az sayıda kişinin bir rüyadan uyanarak militan yaklaşımdan uzaklaşıp normalleştiği görülüyor. Ama laik/sol cemaatin çoğunluğu çaresizce kavganın devam etmesini umuyor. Bunun da yolu AK Parti'nin yanlış ve kötü işler yapması, özgürlükleri kısıtlaması, toplumu dindarlaştırmaya kalkması vs. Çünkü bu durumda AK Parti'yi evrensel normlar ışığında mahkum etmek, itibarsızlaştırmak ve son seçim sonuçlarının 'gayrı meşru' olduğunu ileri sürmek mümkün olacak. Dolayısıyla bu muhalefet kesimleri önümüzdeki dört yılı AK Parti'nin yanlışlarını bulmak, yalan veya eksik bilgiye dayanan haberler üzerinden 'yanlış' yaratmak ve AK Parti'yi Batı'ya şikayet etmekle geçirecekler.
İşin ilginç yanı bu tutumun AK Parti'nin seçim başarısında etken olduğunun muhalefet tarafından anlaşılamaması... Bu durumun arka planını Vahap Coşkun bir yazısında gayet iyi resmetmişti. 2013 başından itibaren baktığımızda AK Parti önce 'hain', sonra 'diktatör', ardından da 'hırsız' ilan edildi. Çözüm sürecini başlatmak ve PKK'nın suiistimal etmesine rağmen devam ettirmek, özellikle CHP ile MHP tabanının bir bölümünde ve bürokrasinin geniş kesiminde 'ihanet' olarak görülmüştü. Gezi olayları, seksen küsur AK Parti binasının ve yüzlerce ambülans dahil kamu ve özel araçların yakılmış olmasına karşın, Erdoğan'ın sert tutumu üzerinden popülarize edildi. Aynı günlerde Mısır'daki darbenin Batı ülkeleri tarafından desteklenmesinin yarattığı atmosfere hiç değinilmedi ve sonuçta Erdoğan 'diktatör' olmuş oldu. Hemen ardından gelen ve Gülen cemaatinin yargıdaki elemanları tarafından yürütülen 17/25 Aralık operasyonu ise dönemin Başbakanını 'hırsız' olarak damgalama peşindeydi. Laik/sol muhalefet özellikle 'diktatör' ve 'hırsız' suçlamalarına arka çıktı ve bunu hükümeti devirmenin fırsatı olarak gördü. Buna koşut olarak Batı kamuoyu Türkiye'de yerleşik ve serbest kabaca üç bin yabancı gazeteci/muhabir tarafından tümüyle aynı yönde 'bilgilendirildi'.
Ancak bir sorun vardı… Bütün bu 'bilgiler' fazlasıyla yanlı, kasıtlı ve belirli bir siyasi hedefe yönelikti. Toplumun çoğunluğu ise çok daha objektif bir noktadan olaylara bakıyor ve muhalefetin stratejisinin hükümeti devirmekten ibaret olduğunu görüyordu. Batı medyasının gerçekleri çarpıtan yayınları ise bütün bu tabloyu daha komplocu bir algı içine oturttu. Mısır'da yapılanın Türkiye'de de olmasını isteyen bir koalisyonla karşı karşıya olduğumuzu düşünenlerin sayısı arttı.
Dolayısıyla AK Parti bütün yanlışlarına rağmen sahiplenilmeye devam etti ve lider etrafındaki birliktelik tahkim edildi. Buna karşılık iktidara bu şekilde yüklenilmesi AK Parti içindeki eleştiri mekanizmasını zayıflattı ve siyaset bir ayakta kalma mücadelesi olarak algılandı. Bu atmosferde muhalefetin nispeten 'mantıklı' davrandığı ancak AK Parti ve Erdoğan'ın hatalar yaptığı 2015 ilk yarısı, bu partinin göreceli üstünlüğünün sürmesini engellemese de oyunu düşürdü. Ancak Haziran seçiminden sonraki beş ay tam tersine muhalefetin 'mantıksız' davrandığı, AK Parti'nin ise hatalardan geri adım attığı bir süre oldu ve partinin oyu eski yerine geri döndü.
Son üç yılın esas aktörü AK Parti'yi devirmek isteyenlerdi. Siyaset sahnesinin asıl gösterisi onların kontrolündeydi. Denediler ama başarılı olamadılar. Aksine neyi niçin yaptıkları görünür hale geldiği ölçüde siyaset alanının kenarına itildiler. Önümüzdeki dört yılda siyasetin dengesi değişecek, AK Parti'nin kendi içindeki konsensüs muhalefetle olan ilişkisinden daha önemli olacak…