Mayıs ayında yaşanan iki önemli gelişmenin ardından ABD ve Avrupa Birliği (AB) arasındaki Transatlantik ilişkileri, tarihin en ciddi krizlerinden birine dönüştü. Gelişmelerden ilki ABD'nin İran'la Nükleer Anlaşmadan çekilmesi, diğeri de AB'den ithal ettiği çelik ve alüminyuma ek gümrük vergileri getirmesiydi. İran Nükleer Anlaşması [Kapsamlı Ortak Eylem Planı (JCPOA)] kararı sonrasında birçok kişi bunun, 2003 yılındaki Irak Savaşından sonra AB ile ABD arasında patlak veren en ciddi kriz olduğunu ifade etti. Hatta "Muhtemelen [1955'teki] Süveyş krizinden bu yana ilk kez, ABD ile önemli Avrupa ülkeleri kendi dış politikaları açısından çok önemli gördükleri bir bölgede birbirlerine aktif olarak zarar vermeye çalışacaklar" diyenler bile oldu.
İran sorunuyla ilişkili bu büyük stratejik görüş ayrılığı, ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo'nun geçtiğimiz hafta yeni İran stratejisini açıklamasından sonra daha da önemli hale geldi. Çoğu kişiye göre, bu yeni strateji kapsamında İran hükümetine iletilen uzun talepler listesinin kabul edilmesi imkânsız. Pompeo yaptığı konuşmada, AB'den bu yeni politikaya destek istemekle kalmayıp İran'la iş yapan AB kurumlarını olası yaptırım ve para cezalarıyla alenen tehdit etti. AB ülkelerinin büyük tepkisini çeken tek taraflı Kudüs kararının ardından gelen İran Nükleer Anlaşması kararı, dış politikada gittikçe büyüyen görüş ayrılığında ikinci perde oldu.
Trump yönetiminin ithal çelik ve alüminyuma ek gümrük vergileri getirmesi krizi yeni bir boyuta taşıdı. ABD'nin ilave gümrük vergilerine ilişkin açıklamasını takiben AB üyesi ülkeler, bu yeni vergilere misilleme niteliğinde vergilerle karşılık vereceklerini duyurdu. Böylece ABD ile AB arasında ticaret savaşları üzerine büyük bir tartışma başladı. ABD yönetimi gümrük vergilerini şiddetle desteklerken, tüm dünyadan uzmanlar bu hamlenin ciddi sorunlara yol açabileceğini düşünüyor. Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker, ABD'nin kararı sonrasında yaptığı açıklamada bunun "su katılmamış bir korumacılık örneği" olduğunu belirtti. Öte yandan, bu ihtilafın Avrupa ve ABD'de yaşayan iş insanı, çalışan ve tüketiciler dahil herkesin hayatını etkileyen bir ticaret savaşına neden olabileceğini vurgulayanlar da oldu.
Krizin ne kadar süreceği bu aşamada belirsiz. Trump yönetimi, Avrupa ülkelerinin gereken adımları atması halinde sorunun çözümüne yardımcı olmaya hazır olduğunu belirtti. Ancak bu noktada en büyük sorun, Avrupalılar ile Amerikalılar arasındaki güven eksikliği ve birbirlerine karşı giderek artan şüphecilik. Bu günlerde, ABD'nin tüm ittifak ilişkilerinde bu ciddi sorun gözleniyor.
Trump'ın başkanlık koltuğuna oturmasından bu yana Avrupalı liderler, ABD'nin NATO kuruluş anlaşmasının [ortak savunmaya dair] 5'inci maddesine ve Avrupa entegrasyon sürecine yönelik taahhütlerini tutmasıyla ilişkili kaygılarını dile getiriyor. Başkan Trump hemen her gün ve her fırsatta, NATO üyesi ülkelerin ittifak bütçesine yeterince katkıda bulunmadığından ve ülkesinin Almanya gibi Avrupa ülkelerine karşı verdiği ticaret açığından bahsediyor. Ayrıca Trump'ın seçim kampanyası ekibindeki bazı isimler ile Avrupa entegrasyonu sürecini baltalamak isteyen aşırı sağcı Avrupalı gruplar arasında olduğu söylenen bağlantılar, geçtiğimiz iki yılda endişe konusu haline geldi.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron gibi devlet yöneticileri ABD ve AB arasındaki ilişkileri düzletmek için bazı bireysel girişimlerde bulundu. Macron'un Washington ziyareti sırasında Trump ve Macron, iyi müttefik görüntüsü vermek için ellerinden gelen her şeyi yaptı. Fakat bütün bu çabalar başarısız oldu. Macron Trump'ı İran'la Nükleer Anlaşmadan çekilmemeye ikna edemedi. Macron'dan birkaç gün sonra Washington'a giden Almanya Şansölyesi Angela Merkel de ekonomik ve ticari anlaşmazlıkları çözmeyi başaramadı. Trump'ın "Önce Amerika" yaklaşımının ABD dış politikasının en belirleyici ilkesi olduğu ortaya çıktı. Kuşkusuz, iki taraf arasındaki krizin derinleşmesinde Avrupalı karar alıcıların etkisizliği ve üye ülkelerdeki gittikçe artan kargaşa ortamı da önemli bir rol oynadı.
AB'nin misilleme açıklamasından sonra varılan bu kritik dönemeçte, AB ile ABD arasında birçok kişinin sözünü ettiği gibi bir kaybet-kaybet oyunu yaşanacağını öngörmek zor değil. ABD'nin kararı sonrasında, AB'nin bir iç değerlendirme sürecine girmesi gerek. Merkel'in AB'nin geleceğine ilişkin açıklamasını tartışmanın tam zamanı. Öte yandan ABD açısından bu hamle, izolasyon ve korumacılık yönünde yeni bir adım. Önde gelen Cumhuriyetçilerden John Kasich'in AB'yle ticari anlaşmazlık sonrasında dediği gibi, bir süreliğine "Önce Amerika" değil de "Amerika tek başına" öne çıkacak.