Müzakere ve anlaşma yapabilme yeteneği, liderliğin iki önemli bileşeni. Özellikle siyasi liderler için, anlaşma yapma konusunda stratejik bir yaklaşım sahibi olmak oldukça önemli.
Gittikçe karmaşıklaşan uluslararası ortamda, sayıları artan bir dizi değişken süreci etkileyebiliyor. Bu yüzden, anlaşma yapanların beceri seti her zamankinden daha önemli hale geldi.
ABD gibi isteyerek veya istemeyerek de olsa kendini çok karmaşık sorunların tam ortasında bulan bir ülkenin baş müzakerecileri için, beceri setleri çok daha hayati önem taşıyabiliyor.
Geçtiğimiz on yılda, ABD'nin temel dış politika gündeminin uzun müzakereler ve pazarlıklar gerektiren bir dizi komplike girişim, konferans ve zirve toplantıları ile dolu olmasına tanık olduk.
İran Nükleer Anlaşması, Trans-Pasifik Ortaklığı Girişimi (TPP) ve Paris İklim Zirvesi için yürütülen müzakereler, ABD'nin liderliğinde veya katılımıyla ilerleyen anlaşma yapma süreçlerine birer örnek idi. Bu süreç, ABD'nin zaten büyük olan diplomasideki ağırlığını daha da artırdı.
Uluslararası düzenin değişmekte olduğu bu dönemde müzakerelerin giderek artan önemi, birçok kişiyi anlaşma yapma "sanatını" öğrenmeye teşvik etti. Harvard Üniversitesi profesörleri James Sebenius, Nicholas Burns ve Robert Mnookin, yakın zamanda çıkan "Müzakereci Kissinger: En Üst Düzey Anlaşma Yapımından Çıkarılan Dersler" başlıklı kitapta, eski ABD dışişleri bakanı Henry Kissinger'ın müzakere ve anlaşma yöntemlerini inceliyor.
Tarihçi Walter Isaacson'un Kissinger için söylediği "ABD'nin en önde gelen müzakerecisi" sözünü alıntılayan yazarlar, Kissinger'ın süreç içinde uyguladığı stratejileri ele alyor. Yazarlara göre, Kissinger'ın müzakere ve anlaşma yapma konusundaki fikirleri günümüzde önemli bir rehberlik işlevi üstlenebilir.
Yazarların kitapta ortaya koyduğu derslerin günümüzde nasıl uygulanabileceğini veya işe yarayıp yaramayacağını bilmiyoruz. "The Art of the Deal (Anlaşma Sanatı)" adlı bir kitabı bulunan ve kendisinden önce yapılmış bütün anlaşmaların başarısız olduğunu düşünen Başkan Donald Trump'ın, bu derslerin önemini kabul edip etmeyeceğini de bilmiyoruz.
Trump daha seçim kampanyasının en başından itibaren, Obama yönetimince imzalanan anlaşmaları ve yürütülen müzakereleri eleştirdi. Trump'a göre İran'la yapılan nükleer anlaşma "gelmiş geçmiş en kötü anlaşma", Paris İklim Anlaşması ise kötü bir anlaşma idi ve ABD'nin TPP'den çekilmesi gerekiyordu. Artık bu üç anlaşmadan da çekilen Trump, diğer tarafların daha fazla taviz vermeye hazır olması durumunda anlaşmaları yeniden müzakere etmeye istekli olduğunu söyledi.
Bu arada Trump, dünyanın çeşitli ülkeleriyle anlaşmalar yapmak için girişimler başlattı. Ancak müzakere süreçlerini başlatma şekli fazlasıyla tahmin edilebilir özellikte. Trump genelde bir konuda kriz çıkarıp yaygın kaygı yaratıyor. Trump NATO üyelerini, ABD dışındaki üyelerin "NATO bütçesine yeterince katkı yapmadığı" gerekçesiyle ittifak sözleşmesinin ortak savunmayla ilgili 5'inci Maddesini sorgulayarak endişelendirdi. NAFTA üyelerini, ABD'nin bu anlaşmadan çekilebileceği uyarısıyla kaygılandırdı. Muhtemel bir ticaret savaşı tehdidiyle Çin'i korkutan Trump, Pyongyang rejimini açıkça güç kullanmakla tehdit ederek Kuzey Kore'yi endişelendirdi.
Gerek duyunca tehdit seviyesini yükseltmek için Twitter hesabını etkin biçimde kullanan Trump, açıklamalarını kasıtlı olarak kamuoyu önünde yapıyor. Bu tweet'ler hem öngörülemezlik imajını güçlendiriyor hem de dediğini yapacağı izlenimi uyandırıyor.
Başkan Trump genelde muhataplarının tutum değiştirmesini bekliyor. Bu değişim, Trump'ın muhataplarının arka kapı diplomasisi vasıtasıyla ona ulaşmaya çalışarak anlaşmak için bir fırsat penceresi olup olmadığını yoklamasıyla gerçekleşebiliyor. Buna karşılık Trump, karşı taraf bazı tavizler vermeye razı olana kadar bekliyor. Attığı tweet'ler ve yaptığı açıklamalardaki aciliyet havasına rağmen Trump için hiçbir şeyin çok da acelesi olmadığından, muhatapları tavizler vermeye hazır olana dek bekleyebiliyor.
O arada da başka bir konu buluyor. Trump bu tavrıyla, müzakerelerin gidişatını kendi istediği yöne çekmeyi amaçlıyor. Ortaya çıkan yeni normal yahut yeni müzakere zemini, bir önceki müzakere turundan çok farklı oluyor. "Aşırı çıpalama" olarak da adlandırılan bu yöntemle yürütülen müzakereler, bazı açılardan başarılı oluyor.
Trump adı geçen kitabında, bu stratejinin yararını kendi hayatından verdiği bir örnekle açıklıyor: "Yeni bir Boeing 727'nin fiyatı yaklaşık 30 milyon dolardı. Onun dörtte biri büyüklüğündeki bir Gulfstream G-4 tipi özel jetin fiyatı ise 18 milyon dolardı. 727 için 5 milyon dolar teklif ettim ki bu komik denebilecek bir fiyattı. Karşı taraf 10 milyon istedi. İşte o an, pazarlık nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın iyi bir anlaşma yapacağımı anladım."
Trump başkanlık koltuğuna oturduğundan beri müzakere ve pazarlıklara yönelik tutumunu korudu. Kendi başlattığı müzakerelerde çok esnek olması ve tutum değiştirmesi, bu konudaki hevesini ve kendi şartlarına göre anlaşma yapma isteğini gösteriyor.
Trump'ın Kuzey Kore'yle müzakerelere yönelik tavrını geçen hafta ani ve hızlı şekilde değiştirmesi, bu huyunun yeni bir örneği. Trump Kim Jong-un'a "küçük roket adam" diye hitap edip ülkesini yerle bir etme tehdidi savurduktan sonra, Kuzey Kore rejimiyle doğrudan görüşmeler başlatarak diplomatik bir atılım yapmak istedi.
Kim ile bir zirve toplantısı yapılacağı yönündeki açıklama çoğu diplomat tarafından erken bir hamle gibi görülse de, doğru yönde bir adım olduğu kanaati yaygın. ABD daha müzakereler başlamadan Kuzey Kore'den bazı tavizler aldı.
Fakat Trump geçen hafta zirve toplantısını iptal edip Kim'e sert bir mektup yazdı. Ama hem mektubunda hem de yaptığı açıklamalarda, şartların yeniden görüşülmesi için açık kapı bıraktı.
Dün itibarıyla görüşmenin planlandığı gibi yapılacağına dair haberler çıkarken, Trump'ın "göreceğiz" demesi bu yönde güçlü bir işaret oldu. Trump'ın bu ifadeyi kullanması genelde, bazı hazırlıklar yapıldığı anlamına geliyor.
Ancak Çin, Japonya ve Güney Kore'nin bir anlaşmaya varmak açısından taşıdığı önem düşünülünce, Trump'ın önümüzdeki günlerde Kim ve Kuzey Kore'ye yönelik izleyeceği strateji farklı dinamikleri ortaya koyacak.
Yani "Anlaşma Sanatı"nın yazarının, müzakerelerde önemli bir rol oynayabilecek bütün bu faktörleri dikkate alması gerek. ABD dış politikası ve Kore yarımadası için ne tür pazarlıklar yapabileceğini göreceğiz.