ABD dış politikasının yönüne dair dünyadaki kafa karışıklığının yeniden arttığı bir dönemdeyiz. Son bir yıl içinde, ABD hükümetinin değişik kanatlarının ve aktörlerinin çelişkili mesajlar verdiğine tanık olduk. Körfez'deki kriz sırasında, Başkan Donald Trump attığı tweet'lerle Katar'ı kıyasıya eleştirip Suudi Arabistan liderliğindeki koalisyona destek verirken, Dışişleri Bakanı Rex Tillerson ile Savunma Bakanı James Mattis başkanla çelişerek krize ilişkin farklı açıklamalar yaptı. Daha sonra Kuzey Kore krizi esnasında da benzer bir karmaşaya şahit olduk. Tillerson Pyongyang rejimi ile görüşmekten bahsederken, Trump attığı tweet'lerle bir kez daha bakanla ayrı düştü ve ona müzakereyle boşa vakit harcamamasını söyledi. Bu tür tutarsızlıklar, bunun kasıtlı bir iyi polis-kötü polis stratejisinin parçası olabileceğini düşündürüyor. Ama öyle bile olsa, düzgün bir şekilde yürütüldüğü söylenemez. İran'ın nükleer programıyla ilgili olarak imzalanan Kapsamlı Ortak Eylem Planı (JCPOA) anlaşması ve ABD'nin buna ilişkin tutumu konusundaki muhtemel gelişmelere dair söylentilerin çıkmasıyla beraber, yönetimin değişik aktörlerinden gelen yeni bir çelişkili mesaj dalgasıyla karşılaşır olduk.
JCPOA daha 14 Temmuz 2015'te imzalandığında bile tartışma yaratan bir anlaşmaydı. Beyaz Saray ile Kongre arasında bu anlaşma konusunda çıkan büyük ihtilaf ve Cumhuriyetçilerin anlaşmaya ilişkin kuşkuları bu konuyu, başkan adayını belirleyecek ön seçimlerde Cumhuriyetçi adaylar açısından ciddi bir dış politika sorunu haline getirmişti. Trump seçim kampanyası sırasında anlaşma hakkında birçok açıklama yaptı. Bu açıklamalar arasında çelişkiler vardı. Örneğin, Amerikan-İsrail Halkla İlişkiler Komitesi'nce (AIPAC) düzenlenen zirvede, "Birinci önceliğim, İran'la yapılan feci anlaşmayı tasfiye etmek olacak" demişti. Ancak USA Today gazetesinde yayınlanan bir yazısında, ABD açısından çok kötü olduğunu sürekli vurguladığı anlaşmayı "İran'la yeniden müzakere edeceğini" söylemişti. Ayrıca Trump İran'ın Ortadoğu'daki çeşitli çatışmalarda oynadığı role sert tepki göstermişti. Trump'ın güvenlik ve dış politika ekibinin mensupları, İran'ın bölge için ciddi bir sorun teşkil ettiği konusunda hemen hemen görüş birliği içinde.
İran konusu, Trump'ın yemin ederek göreve başlamasının ardından dış politikası hakkında sıkça sorulan önemli sorulardan biri olageldi. Başkanlığının ilk aylarından itibaren Trump'ın dış politikasını izleyen tüm çevreler, İran'ın yönetim için öncelikli bir konu olacağını anlamıştı. Ancak yönetimin bu konuda ne tür adımlar atacağı belirsizdi. En önemli sorulardan biri, nükleer anlaşmanın kaderiydi. Trump'ın göreve başlamasından sonraki her üç aylık dönemde, başkanın İran'ın JCPOA'ya uyduğunu onaylayıp onaylamayacağına dair soru işaretleri oluştu. Zamanla bu sorular iyice yoğunlaştı. Bir sonraki onay tarihi olan 15 Ekim yaklaşırken son birkaç gündür, Trump'ın onay vermeye isteksiz olduğu yönünde söylentiler artıyor. Bu hâlâ spekülasyon aşamasında olsa da, böyle bir karar sonrasında neler olabileceğine dair çeşitli senaryolar var. Tabii, Trump onay vermezse top Kongre'de olacak. Ama sorular burada bitmiyor. Basında yönetimin üst katmanlarından sızdırılan haberler çıkmaya başlarken, bazı yetkililerin başkanla aynı görüşte olmadığı anlaşılıyor. Trump'ın, İran'ın nükleer anlaşmaya uyumunu onaylama konusundaki isteksizliği diğer yetkililerden destek görmüyor. Geçen haftaki bir oturumda anlaşmanın hâlâ ABD'nin ulusal çıkarlarına uygun olduğunu belirten Mattis, "Şu anda, aksi yönde işaretler olmadıkça başkanın anlaşmaya sadık kalmasın gerektiğine inanıyorum" dedi. Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford da bu ifadeyi destekleyerek, anlaşmanın ABD'nin güvenliğini artırdığını söyledi. Başkanla doğrudan zıtlaşmaktan kaçınsalar da, Tillerson ile Ulusal Güvenlik Danışmanı McMaster da ABD'nin İran politikası konusunda daha temkinli bir tavır sergiledi. Bu konuda birbiriyle çelişen açıklamalar yapılıyor.
Bir diğer soru da şu: Trump İran'ın anlaşmaya uyduğunu onaylamazsa hangi gerekçeleri ileri sürecek? Başkanın ilk seçeneği, İran'ın anlaşma şartlarına tam uymadığını söylemek olur. Fakat farklı istihbarat kaynakları ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) gibi uluslararası gözlemci örgütlerin İran'ın anlaşmaya uyduğuna dair raporları sonrasında, bu aşamada söz konusu iddianın kanıtlanması zor. Bu yüzden, Trump ikinci seçeneğe yönelip anlaşmanın ABD'nin ulusal çıkarlarına aykırı olduğunu iddia edebilir. Üstelik Beyaz Saray ile Kongre arasındaki anlaşmazlık çeşitli şekillerde devam ediyor. Trump'ın anlaşmaya onay vermemesi halinde Kongre'ye tanınacak 60 günlük sürede neler olabileceği belli değil. Kongre bu konuda Trump kadar hevesli değil. Kongre'nin birçok üyesi, konuyu yeniden ele almaya isteksiz. Hatta daha önce anlaşmaya karşı çıkan isimler bile artık JCPOA'yı sürdürmekten yana. Kongre ilave yaptırımları kabul ederse İran bunu reddeder ve Avrupa ülkeleri ile P5+1'in diğer üyelerinin (İngiltere, Fransa, Çin, Rusya ve Almanya) bu kararın ardından ne yapacağı sorusu gündeme gelir. Avrupa ülkeleri İran'a uygulanacak yaptırımlara harfiyen uymayacaklarını belli etti. Dahası, Kongre'nin anlaşmayı destekleyen müttefikleri kızdırmama kaygısıyla yaptırımları kabul etmeyeceği anlaşılıyor.
Bu aşamadaki beklenti, Trump'ın İran'la ilgili konuşmasında bu ülkeye dair daha kapsamlı bir politika ortaya koyacağı yönünde. Bu konuşma ve Trump'ın daha sonra atacağı adımlar, İran planının ne derece kapsamlı ve uygulanabilir olduğunu gösterecek. Tabii, Trans-Pasifik Ortaklığı (TPP) ve Paris iklim anlaşmasından çekilmesinden sonra, ABD'nin imzalamış olduğu anlaşmalara bağlılığı ve güvenilirliği söylentilerden bile etkilenecektir.