Bundan yetmiş iki yıl önce bu gün, ABD tarafından Japonya'nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine düzenlenen atom bombası saldırılarıyla birlikte dünya, tarihin en yıkıcı silahlarıyla tanıştı. ABD'li karar alıcılar, bilhassa başkanlık görevi sırası ve sonrasında dönemin başkanı Harry Truman, bombayı tercih etme ve Japonya'ya karşı kullanma kararını izah etmeye çalıştılar. Ancak bu, uluslararası ilişkiler tarihinin en tartışmalı kararlarından biri olmaya devam ediyor. Bombanın travması ve tüm dünyada yarattığı korku ve şok duygusu, on yıllar boyunca devam etti. Saldırının Japon halkında yol açtığı hasar hâlâ giderilemedi. Japon halkı bu bombardımanın fiziksel ve duygusal artçı sarsıntılarını yıllarca yaşadı. Ünlü yönetmen Akira Kurosawa'nın "Ağustos'ta Rapsodi" filminin kadın kahramanı gibi kimi Japonlar, o günü asla unutamadı. Hiroşima'daki o sıcak yaz gününün korkunç hatırası, hayatları boyunca bu insanların aklından hiç çıkmadı. Tıpkı Haruki Murakami'nin "Sahilde Kafka" romanında ormanda kaybolan ve ne yaşlanabilen ne de ölebilen iki asker gibi bu insanlar da, bombardıman esnasında ve sonrasında yaşadıkları korkuyu ve dehşeti asla atlatamadılar. Bir de olayı hatırlama ve kurbanlar için uzun süre yas tutma şansını bile bulamayanlar vardı. Bombardımanın hemen ardından, Shohei Imamura'nın "Kara Yağmur" filmindeki karakterler gibi binlerce kişi radyoaktif serpintiye maruz kaldı ve maruziyet derecesine bağlı olarak kısa ve acılı bir hayat yaşadıktan sonra hayatlarını kaybetti.
Fakat Hiroşima'nın hayaletlerinin rahat bırakmadığı tek halk Japonlar değildi. Dünyanın farklı yerlerindeki insanlar da Hiroşima ve Nagazaki'deki Japon sivillerin yaşadığı şoku, acıyı ve ıstırabı hissetti. Hiroşima ve Nagazaki'deki o günü yaşayıp sağ kalanlar, atom bombası hakkında bilinmesi gerekenleri dünyanın dört bir tarafındaki yüzlerce milyon kişiye aktardı. Bunların bazıları, dünya çapındaki savaş ve nükleer silah karşıtı hareketlerde yol gösterici kişiler haline geldi. Radyoaktif serpintinin kurbanlarından biri de Sadako Sasaki idi. Ancak Sadako'nun çabaları 70 yılı aşkın bir süredir, dünyanın nükleer savaşın dehşetini anlamasına yardımcı oluyor. Sadako'nun origami (kâğıt katlama) sanatıyla yaptığı turnalar, tüm dünyada barışın simgesi haline geldi. 6 Ağustos 1945'te Hiroşima'ya atom bombası atıldığında henüz iki yaşında olan ve radyoaktif serpintiye maruz kalan Sadako, radyasyon hastalığına yakalanmıştı. Sadako'nun başına gelenler kısa sürede tüm dünyada duyuldu. Japonya'dan binlerce kilometre uzakta yaşayan ve Sadako'nun başına gelenleri öğrenen Türk şairi Nazım Hikmet, bu atom bombası saldırısında ölen çocuklara ithaf ettiği güzel bir şiir yazdı. Bu şiir daha sonra, aralarında Pete Seeger'ın da bulunduğu çeşitli besteciler tarafından bestelendi. Özellikle Soğuk Savaş sırasında ABD ve Sovyetler Birliği arasında yaşanan nükleer silahlanma yarışının doruk noktasında, Sadako'nun hikâyesi ve Nazım'ın şiiri bu anlamsız yarışa ve dünyadaki nükleer silah tehlikesine karşı çıkanlar için bir esin kaynağı oldu. Sonradan Hiroşima'nın merkezindeki Barış Parkı açıldığında, Sadako ile Hiroşima ve Nagazaki'nin diğer çocuk kurbanlarının anısına bir anıt inşa edildi.
Kapıları çalan benim
Kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
Göze görünmez ölüler.
Hiroşima'da öleli
Oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
Büyümez ölü çocuklar.
Saçlarım tutuştu önce,
Gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
Külüm havaya savruldu.
Benim sizden kendim için
Hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
Kâat gibi yanan çocuk.
Çalıyorum kapınızı,
Teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
Şeker de yiyebilsinler.
Neyse ki, ABD ve Sovyetler Birliği bir nükleer savaşa girmedi ve muazzam nükleer silahlarını başka ülkelere ve halklara karşı hiç kullanmadı. Ancak çocuklar hâlâ savaşlarda ölüyor, hiçbir ilgileri olmayan çatışmalara ve şiddete kurban gitmeye devam ediyor. Bu savaşlarda yüzbinlerce çocuk, gelişigüzel yapılan bombardımanlar ve kitle imha silahları sebebiyle öldü ve hâlâ ölmeye devam ediyor. Maalesef, çocuklar her savaşta kurban durumuna düşüyor. Napalm saldırısında vücudunun yarısı yanmış bir şekilde acı içinde koşturan Phan Thi Kim Phuc'un fotoğrafı, Vietnam Savaşı'nın simgesi haline gelmişti. Daha yakın zamanda, Suriye'deki iç savaş sırasında evlerinin rejim kuvvetleri tarafından bombalanması sonrasında kan ve toz içinde ambulansta oturan Ümran Dakneş'in fotoğrafı ile yine rejimin Guta'ya düzenlediği kimyasal silah saldırısında ölen onlarca çocuğun bir hastanenin zeminine sıralanmış cesetlerinin fotoğrafları, Suriye'deki savaşın, şiddetin ve vahşetin simgesi oldu. Her seferinde, şiddet kurbanı çocukların fotoğrafları tüm dünya milletleri için bir uyarı alarmı haline geliyor. Ama bu alarm durumu kısa sürüyor ve çatışma bölgelerinde ateş altında kalmış başka çocukların fotoğraflarıyla karşılaşıyoruz.
Hiroşima'nın bombalanmasının üzerinden 72 yıl geçtikten, dünyanın her yerinde düzenlenen çok sayıda anma toplantısından ve ayrım yapmadan herkesi öldürüp tahribat yaratan kitle imha silahlarıyla ilgili 'bir daha asla' şiarıyla yürütülen mücadelelerden sonra, kendimizi Kore Yarımadası'ndaki nükleer gerginliğin tam ortasında bulduk. Bu bölge zaten hâlâ çözülmemiş birçok toprak anlaşmazlığı ve etnik gerginlikle uğraşıyor. Ayrıca Japonların seks köleliğine zorladığı kadınlar meselesi ile II. Dünya Savaşı sırasında Pasifik cephesinde yaşanan diğer mezalimler gibi, henüz ilgili ülkeler tarafından çözüme ulaştırılmamış çok sayıda tarihsel sorun da mevcut. İşte tam bu ortamda, bölge ülkelerindeki sivil halka zarar verebilecek bir gerginliğin tırmanması korkunç sonuçlar doğurur. ABD savunma bakanı James Mattis, Kuzey Kore'nin balistik füze testleri ve ABD ile bu ülkenin birbirlerine yönelttikleri karşılıklı tehditler sonrasında, gerginliğin savaşa dönüşmesinin "felaket" getireceğini söyledi. Böyle bir felaket, dünyanın bu bölgesindeki her ülkenin başına gelebilir. Bu durumda, kurbanlar arasında yine çocuklar olacaktır.