Türk-Amerikan ilişkileri bundan tam 13 yıl önce bu ay, tarihinin en fırtınalı dönemlerinden birine girmişti. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin (TBMM) ABD askerlerinin Türkiye toprakları üzerinden Irak'a geçmesine izin veren bir tezkereyi reddetmesi üzerine, ABD yönetiminden birbiri ardına sert açıklamalar gelmişti. Bu açıklamalardan birinde ABD'li yetkililer, Türk ordusunun liderlik görevini yapmamasından duyulan "hayal kırıklığını" dile getirmişti. Yine aynı yılın (2003) 4 Temmuz'unda yaşanan ve "çuval olayı" olarak bilinen gelişmeyle birlikte, ilişkiler iyice dibe vurdu. Bu olayda, Kuzey Irak'taki bir grup Türk askeri ABD askerlerince alıkonmuştu. İlişkilerdeki fırtınalı dönem ve ardından gelen "çuval olayı", geride ciddi bir tahribat bıraktı.
Türk kamuoyu ABD'ye çok sert bir tepki gösterdi ve ABD'nin Ortadoğu'ya yönelik politikalarına gittikçe artan bir kuşkuyla bakmaya başladı. Türk-Amerikan ilişkilerinde bu fırtınalı dönem yaşanırken, ABD de Irak'taki durumu kontrol altına almaya çalışıyordu. Dönemin ABD yönetiminden bazı yetkililer, ABD'nin Irak'taki başarısızlığı için Türkiye'yi suçlamaya başlamıştı. Onlara göre Irak'taki kargaşanın asıl nedeni, TBMM'nin tezkereyi reddetmesi yüzünden kuzeyden bir cephe açılamamasıydı. Bu durumdan dolayı Türkiye'yi suçlamak, dikkatleri kendi hatalarından uzaklaştırmayı amaçlayan kullanışlı ama zayıf bir bahane olarak görülüyordu.
Bu arada, tam da Türkiye'nin savaştan önce tahmin ettiği gibi PKK şiddetinde büyük bir sıçrama yaşanmıştı. Türkiye PKK'nın kuzey Irak'ta rahatça faaliyet göstermesi konusunu gündeme getirmeye çalışırken, ABD yönetimi kendi güvenlik kaygılarına öncelik veriyordu. İki ülke arasında PKK'ya karşı istihbarat işbirliğinden sıkça bahsedilse de, ABD'nin terör örgütü olarak kabul ettiği bu örgüt ile savaşmaya niyeti olmaması, iki NATO müttefiki arasında ciddi bir güven bunalımı yarattı. İki ülke sonradan, dönemin ABD Başkanı George W. Bush'un ikinci başkanlık döneminin sonlarına doğru durumu düzeltmeye ve sorunları çözmeye çalışsa da, ikili ilişkilerin geleceğine yönelik tehditlerden bahsedildiğinde bu kriz sıklıkla hatırlanıyor.
Türk-Amerikan ilişkilerindeki bu krizler döneminden 13 yıl sonra bugün, ilişkilerde benzer bir fırtınaya daha tanık oluyoruz. Bu kez krizin odak noktası Irak değil Suriye. Washington'daki bazı çevrelerde Türkiye'ye karşı benzer tepkiler görmeye başladık. Ortada yine Türk ordusunun durumundan dolayı bir miktar hayal kırıklığı duyanlar var. Sanırım bu kısmen, ordunun Türk siyasetinde "liderlik rolü" üstlenmemesinden kaynaklanıyor. Ama bu kez, Türkiye'nin Suriye'ye askeri müdahalede bulunmamasından dolayı hayal kırıklığı ve hatta hüsran duyanlar da var. Suriye'deki çatışmaya ilişkin ana ilkeleri savaşa doğrudan bulaşmamak olan bazı yönetim yetkililerinin bu hayal kırıklığını dile getirmesi, iki ülke arasında ciddi bir sorun olduğunu gösteriyor. Suriye'deki durum 21'inci yüzyılın şu ana kadarki en kötü felaketlerinden birine dönüşürken, Türkiye ile ABD'nin bu noktada taktik konusundaki uyuşmazlığı giderek büyüyor ve derinleşiyor. Bazı çevrelerin daha önceden tahmin ettiği üzere, tıpkı Irak'taki kargaşanın El Kaide'nin bu ülkede güçlenmesine yol açtığı gibi Suriye'deki çatışma da DAİŞ'in güçlenmesine zemin hazırladı. İki ülke Suriye'deki çifte sorunla (DAİŞ ve Devlet Başkanı Beşşar Esad) nasıl ilgileneceklerini tartışırken, ABD yönetiminde iki farklı eğilimle karşılaşmaya başladık. Bunlardan ilki, yani Esad'a odaklanma eğilimi, yönetimden gelen açıklamaların gittikçe tutarsız ve anlaşılmaz hale gelmesiyle beraber belirsizleşti. Diğer konuda (DAİŞ) ise, Cumhuriyetçilerin kontrolündeki Kongre'nin Suriye'deki durumun doğru tahlil edilememesi ve DAİŞ'in güçlenmesi nedeniyle uyguladığı muazzam baskı altında, yönetimden yetkililerin çoğu oturumda Türkiye'yi yeterince çaba göstermemekle suçladığına tanık oluyoruz. Burada konu, Türkiye'nin Suriye'yle olan uzun ve tarihsel olarak geçirgen sınırını kontrol etme kapasitesine değil de istekliliğine odaklanıyor. Bu da akla, 13 yıl önceki "Türkiye yüzünden" diye başlayan açıklamaları getiriyor. Bir yandan da, geçen 13 yılın ardından PKK ikili ilişkilerde büyük bir sorun teşkil etmeyi sürdürüyor. Ancak bu kez PKK sorunu çok daha geniş bir boyut kazandı.
Türkiye 13 yıl önce ABD'yi, PKK'nın kuzey Irak'ta gittikçe güçlenmesini önlemek için yeterince çaba harcamadığı için eleştirmişti. Ama ABD bu kez de, PKK ile kuzey Suriye'deki kolu Halk Savunma Birlikleri (YPG) arasında yapay bir ayrım yaparak YPG'yi desteklemeye başladı. YPG Türkiye'den militan toplamasına ve yönetici kadroları PKK'lılardan oluşmasına rağmen, ABD yönetimi sadece DAİŞ'le savaşacağını varsaydığı, daha önceden terör örgütü olarak gördüğü ve PKK'yla ilişkisi olmadığını iddia ettiği bu örgüte askeri destek sağlamaya başladı. Türkiye'de birçok kişinin öngördüğü üzere bu durum, PKK'nın Türkiye'ye yönelik saldırılarının şiddetlenmesine zemin hazırladı. Mesela son iki ayda başkent Ankara'yı vuran intihar bombacıları, geçmişte bir dönem Suriye'ye giderek YPG saflarında çarpışmıştı. ABD başkanının özel temsilcisinin Suriye'nin kuzeyine giderek YPG mensuplarıyla fotoğraf çektirebilmesi, PKK terörüne maruz kalan Türk halkını derinden etkiliyor. Kuşkusuz iki kriz arasında farklılıklar var ve yaşanan fırtınanın şiddeti de farklı. Ancak şu anda iki ülke arasında ciddi güven bunalımlarının işaretlerini görmekteyiz. Buna bir dur denmez ve ABD'de görevi sona eren yönetim seçim yılında ilişkileri ihmal ederse, oluşacak hasar iyice büyür ve tamiri daha güç hale gelir. Evet, ilişkilerin geleceği açısından askeri ve güvenlik konularında sağlam bir zemin var. İki ülke de NATO müttefiki ve DAİŞ'e karşı uluslararası koalisyonun üyesi. Büyük ihtimalle, istihbarat alanında belli ölçüde operasyonel işbirliği de yapıyorlar. Ama Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceği bakımından mevcut manzara çok endişe verici.