Sinan Çetin'in yönettiği "Propaganda" kuşkusuz, Ortadoğu'daki sınırlarla ilgili en ilginç filmlerden biridir. Bu filmde, Türkiye ile bir başka devlet arasında çekilen sınırdan sonra ikiye bölünen (muhtemelen Türkiye'nin Güneydoğusunda bulunan) küçük bir kasabadaki hayat anlatılır. Ankara'dan gönderilen bir grup memur kasabaya gelir ve beraberlerinde getirdikleri dikenli tellerle kasabayı ikiye bölmeye başlar. Yeni sınırın yol açtığı saçma sapan durumlar nedeniyle, kasaba halkı ilk başlarda bunu bir şaka gibi görür ama sonradan sonuçlarını anlar. Memurlar kasaba halkına sınırın önemini anlatmaya çalıştığında, çoğu kişi durumu kavrayamaz. Bir yandan sınırın ne işe yaradığını anlayamazlar; çünkü sınırın diğer tarafında kalan hemşerilerini düşman olarak görmemektedirler. Öte yandan, neden pasaporta gerek duyulduğunu da kavrayamazlar. Sınırda yaşanan ufak çatışmalar hem dostlukların sona ermesine hem de ekonomik sorunların ortaya çıkmasına neden olur. Ancak kararlı memurlar kasabalıları, devletin her şeyin en iyisini bildiği ve Devlet Baba'nın emrettiği şeyleri yapmaları gerektiği konusunda ikna etmeye çalışır.
2014 tam dört yıl süren ve dünyayı değiştiren I. Dünya Savaşı'nın başlamasının yüzüncü yıldönümüydü. Ama Ortadoğu için bu değişim, dünyanın diğer yerlerine kıyasla çok daha sıra dışı olmuştu. Bölge açısından I. Dünya Savaşı, toplumlar arasına sınırlar çizen ve bölgedeki ulus devletleri yaratan yeni bir bölgesel düzenin ortaya çıkışı anlamına geliyordu. Ancak fiziksel sınırlar hikâyenin henüz başlangıcıydı. Bölge halklarını birbirinden ayıran asıl önemli sınırlar, ulus devletlerin oluşumu sırasında ortaya çıktı. İngiliz ve Fransız yetkililerin savaş ganimetlerini paylaşmak için yaptığı bir plan, Ortadoğu'daki gerginliklerin ve çatışmaların kaynağı haline geldi. Özellikle de ulus devletlerin ve ulus inşası sürecinin otoriter yapısı, bu halklar için farklı söylemler ve farklı tarihler oluşturdu. Bölgedeki liderler de farklı kimlikler inşa etmeye çalıştı. Bu durum azınlıkları asimile etmeyi ve ezmeyi amaçlayan milliyetçiliklere ve toplumları birbirinden ayrı tutan, "ötekiler" hakkındaki önyargılara ve basmakalıp fikirlere zemin hazırladı. Aslında bölge için psikolojik ve zihinsel sınırlar fiziksel sınırlardan daha tahripkârdı. Örneğin, Türk halkı ile Arap dünyası arasındaki ilişkiler on yıllar boyunca sınırlı düzeyde kaldı. Önyargılar ve klişeler bu halklar arasında psikolojik sınırların belirmesine yol açtı. Halklar arasında anlamlı bir diyalog veya iletişim gerçekleşemedi.
Son birkaç yıldır, halklar arasında gittikçe artan düzeyde iletişim ve diyalog yaşanıyor. Bilhassa Arap ve Türk gençleri birbirleriyle daha düzenli iletişim kuruyor, görüş ve fikir alışverişinde bulunuyor. Gençler yaptıkları toplantılarda karşı tarafın fikirlerini öğreniyor ve bölgeyi etkileyen konuları tartışıyor. Bu hafta sonu Türk ve Arap sosyal bilimciler Ürdün'ün başkenti Amman'daki bir toplantıda bir araya gelirken, iki ülkeden gençlik örgütleri İstanbul'da Türk ve Arap Gençleri başlıklı bir kongrede bölgesel sorunları tartıştı. Bu buluşmalar, içinde bulunduğumuz çalkantılı dönemde iki toplumdaki iyimserliğin devam ettiğini gösteriyor.
Bu toplantılardaki katılımcıların ve toplantıları düzenleyen kişilerin duyduğu heyecan, ulus devletleri birbirinden ayıran sınırların her şeye rağmen daha geçirgen hale gelerek sosyal, ekonomik ve kültürel ilişkilere imkân verebileceğini ve bu coğrafyadaki toplumların birbirlerini daha iyi anlamalarını sağlayabileceğini gösterdi. Ortadoğu'daki bu çatışma döneminde en çok ihtiyaç duyulan şey de bu.