Lübnan'da yayınlanan Al Mustaqbal gazetesindeki analiz şunları söylüyordu:
"ABD'nin Irak'ı işgal etmesinin ardından Tahran bu ülkede kök saldı. Irak savaşının İran'ın çıkarlarıyla bu kadar örtüşmesi insanı şaşırtıyor. İran, ABD'yi en iyi şekilde kullandı: Güçlü bir merkezi otoritenin yönettiği Irak adlı ortak düşmanın bitirilmesi de dâhil İran bütün taleplerinin hayata geçirilmesini sağladı. Irak'ta yaşananların en büyük sorumluluğunun eski devlet başkanı Saddam Hüseyin'in rejimine ait olduğu doğru. Ancak ABD'nin bu rejimin düşüşünün, ordunun feshedilmesinin ve İran destekli mezhepçi partilerin serbest bırakılmasının sonuçları konusunda açık bir plan yapmaksızın Irak'ı işgal etmesinin de doğal olmadığı bir gerçek. Bugün hiçbir Amerikalı yetkilinin Irak'ta yaşananları garipseme hakkı yok. İran zafer kazandı. ABD'nin Irak'ın bir İran vilayeti haline gelmesi için her şeyi yaptığını dikkate alırsak sorulması gereken şu: ABD Irak'tan tamamen çekilmeden önce ne yapacak? İran'ı vuracak mı? Yoksa Irak'tan çekilecek ve İran Devrim Muhafızları'nın Irak'ta bir darbeyi hayata geçirmesine izin mi verecek?"
İran ile Irak arasında geçmişten bugüne süregelen sorunların ana gövdesini, etnik-mezhepsel sıkıntılar, sınır anlaşmazlıkları, Basra Körfezi'nde her zaman var olmuş güç mücadeleleri, İran'ın Irak nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Şiileri ve Basra merkezli olarak Güney Irak'ı kontrol etme çabaları oluşturmuştur. Dünya petrol arzının ve enerji temininin güvenliği açısından vazgeçilmez ve bugün için ikamesi mümkün olmayan bir enerji koridoru olan Basra Körfezi, sahip olduğu önemden dolayı her zaman İran-Irak arasında potansiyel bir çatışma ve karşılaşma sahası olmuştur. Basra Körfezi'nin bu küresel önemi başta ABD olmak üzere büyük güçlerinin dikkatini her zaman bölgeye celp etmiştir. Dünya petrol arzının %40-42'sinin Basra Körfezi üzerinden dünya piyasalarına ulaştığını varsaydığımızda büyük resim içinde bütün taraflar da ister istemez zorunlu olarak bölgede vardır ve var olmaya da devam edecektir.
1953'te Musaddık'ın devrilmesinden 1979'da Şah'ın ülkeyi terk etmek zorunda kalmasına kadar İran ciddi ölçüde ve açık bir biçimde ABD ve İsrail tarafından desteklenmiş, devamlı olarak silahlandırılmıştır. İran'ın o dönem İsrail ile olan iyi ilişkileri, Arap karşıtlığı ve devrimle artan Şii merkezli bir Ortadoğu tasavvuru İran'ı Sünni Arap dünyası için her zaman potansiyel bir tehdit ve tehlike yapmıştır. Sünni Arap Dünyası adına bu tehdidin karşısına halkının büyük kısmı Şii olmasına rağmen Sünni bir rejim ve elit tarafından idare edilen, merkezi yönetimi güçlü Saddam Irak'ı set olmuştur.
1979 İran Devrimi'nden sonra payitahtın Tahran olacağı Şii merkezli bir Ortadoğu tasavvuru ve dolayısıyla Şii yayılmacılığı ve rejimin ihracı İran'ın dünya vizyonu ve rejimin varlık nedeni haline gelmiştir. Nüfusunun % 60'i Şii olan fakat yönetiminde Sünnilerin hâkim olup Şiilerin tamamen dışlandığı Irak, İran'ın dünya vizyonu ve Şii yayılmacılığı için her zaman jeopolitik bir zaaf, kontrol altına alınması gereken jeopolitik bir hedef ve düşmesi gereken bir kale hem de Şii yayılmacılığı için bir atlama taşı olarak görülmüştür. Tahran'dan bakınca bir yumuşak karın olan Irak aynı zamanda "Şii Hilali"nin önündeki ilk engeldi de. Dolayısıyla İran için bertaraf edilmesi gereken ilk en büyük hedefti Irak.
İşte ABD Irak'ı işgal ederek, İran'a tarih boyunca eline geçiremediği fırsatı altın tepsi içinde sunmuştur ve bugün Tahran bu fırsatı kullanmaktadır. Basra Körfezi'ndeki konum hep İran-Irak güç dengesi üzerinde optimumunu korumuş fakat ABD'nin Irak'ı işgali ve Saddam Hüseyin'in devrilmesi körfezdeki dengeyi İran lehine muazzam bir ölçüde değiştirmiştir. Dahası İran'ı bölgede dengeleyen tek gücü de ortadan kaldırmıştır. İran 1980-1988 arasında 8 yıl savaşarak Körfez'de elde edemediklerini bugün taraf olmadığı bir işgal sonrasında elde etmiştir.
ABD'nin Irak'ı işgalinden bu yana İran, Şiiler aracılığı ile ırak siyasetini etkilemektedir. Bugün İran, Irak'ı istediği takdirde en çok istikrarsızlaştırabilecek güçtür ve bunu ABD'ye karşı kullanmaktadır. Bugün Körfez'de İran'ı dengeleyen bir gücün olmaması, Lübnan'da Hizbullah başta olmak üzere birçok örgütün İran tarafından ciddi bir şekilde desteklenmesi ve yönlendirilmeye çalışılması, İran'ın bu gücü kullanarak Lübnan'daki her siyasi ortam ve krize taraf ve müdahil olmak istemesi, bu gücü İsrail'e karşı dolaylı olarak kullanmak konusundaki hevesleri, Suriye'de güçleniyor olması, nüfusunun % 70'i Şii olan Bahreyn, % 30'u Şii olan Kuveyt gibi diğer körfez ülkelerinde yerel yönetimlere rağmen gücünün ve öneminin artıyor olması, ABD ve İsrail'in kopardığı yaygaraya rağmen Hazar-Basra Hattı'nı ele geçirmiş ve Batı'da Lübnan üzerinden Akdeniz'e ulaşmayı amaçlayan bir Pers İmparatorluğu Mefkuresi'ni akıllara getirmiyor mu?