Ekonomide son dönem enteresan gelişmelere şahit oluyoruz. Özellikle son yaşananlar seçim süreciyle ilişkilendirildiğinde insanın aklına farklı düşünceler geliyor. Batı medyasında ekonomi ve siyasetin iç içe geçtiği gayet enteresan makaleler yayınlanıyor. Türkiye'nin bölgede attığı yeni adımlara ve ekonomik büyüme söylemine enteresan atıflarda bulunularak pesimist bir hava oluşturulmaya çalışılıyor. Borsa ve TL üzerinde bazı senaryolar çalışıldığı konuşulan konular arasında. Bu çevreler tarafından seçim ve sonrasıyla ilgili farklı hesaplar yapılıyor. Birileri hesap etmeye devam etsin, muhakkak başka yerlerde başka hesaplar da yapılıyordur.
Geçtiğimiz hafta gerçekleşen Suudi Arabistan ziyareti, önümüzdeki günlerde bölgede gerçekleşecek olan seçimler ve sonrası ortaya çıkacak diğer gelişmeler değişmesi muhtemel bölgesel iklim konusunda bazı ipuçları veriyor. İstikrarlı ve güvenilir yapısıyla seçim sonrası Türkiye artık daha güçlü bir duruşla bölgenin güvenliği için daha fazla efor sergileyecektir. Bu da beraberinde bölgenin ekonomik ve siyasi yakın geleceği açısından daha umutlu bir bakış açısını ortaya koymaktadır.
Seçim dönemlerinde bile sıkı mali politikalarından taviz vermeyen, uyguladığı bütçe disipliniyle AB ülkeleri tarafından örnek gösterilen, düşük borç stokuyla, %65'ten %75'e çıkan ihracatın ithalatı karşılama oranına bağlı her geçen gün daha da iyileşen cari dengesiyle, tüm bu kur oynaklığına rağmen ülke risk priminin (CDS) sağlam pozisyonunu korumasıyla, dünyada ekonomik olarak pozitif ayrışan nadir ülkelerden biri Türkiye.
Ama birilerinin kargaları tekrar kılavuz yapmasını, 90'ların artık demode olmuş siyasi vaatleri ile ekonomik tuzaklarına son umut diye ümit bağlamasını tebessüm ederek takip ediyoruz. Bu siyasi iktidarın başarısının arkasındaki en büyük nedenlerden biri de, bugüne kadar millete verdiği sözleri yerine getirmiş olması ve bunun sonucu oluşturduğu güven ve inandırıcılıktır. Bundan dolayı da halk nezdindeki desteği kurulduğu günden bu yana artarak devam etmektedir.
Burada iktidar partisinin tüm paydaşlarına düşen görev, yurtiçi ve yurtdışından gelebilecek hiçbir manipülasyona ve yanlış yönlendirmeye kapılmadan, millet merkezli siyaset ve hizmet anlayışını ilk günkü gibi el üstünde tutmaya devam etmektir. Bunun neticesine de, ancak sabırla ve çok çalışarak ama muhakkak ulaşacaktır.
Not: Kurun parite etkisi göz ardı edilerek dolar üzerinden yapılan kriz yorumlarını sadece ibretle izliyoruz. Nitekim yaklaşık bir yıl önceki gibi bugün de 2.84 civarında olan Euro'nun, paritenin son 1 yılda 1.40'lardan bugün 1.08'lere düşmesi dolardaki 2.10 ve 2.64 arasındaki ilişkiyi kolayca açıklıyor. Dolayısıyla uluslararası piyasalarda değerlenen ve önümüzdeki dönemde de kuvvetle muhtemel değer kazanmaya devam edecek olan dolara bu dikkatle bakmaya devam etmek gerek. Ancak burada esas önemli konu bu süreçte parite etkisinden ayrı ocak ayı sonundan itibaren sepet özelinde dolar kurunu yukarı taşıma yönlü davranışlar. Bunu ayrıca not etmek gerekiyor. Çünkü son günlerde vadeli işlemlerde özellikle bazı oyuncuların daha aktif hatta piyasa kapalıyken hacimli işlem yapmaya başlaması ne kadar spot kuru etkilemeye yönelik olduğu düşüncesini akla getiriyor. Yakından takip etmeye devam edeceğiz.
Ayrıca bu süreçlerde tek ve standart bir politika uygulanması gerektiğini iddia etmek kesinlikle doğru değil. Nitekim son dönemde Brezilya'nın yaptığı faiz artışlarına rağmen Real son iki ayda ciddi değer kaybederken, Hindistan'ın iki aydır faiz indirmesine rağmen Rupi'nin Dolar karşısında değer kazanması bunlara örnek olarak gösterilebilir.
Sonuç olarak yurtiçi ve yurtdışı ekonomi ve finans çevrelerinin bilmesi gereken en önemli nokta şu ki: Türkiye, 12 yıldır zorlu mücadelelerle elde ettiği kazanımlardan barış sürecine kadar, oluşturduğu güçlü zeminle geçtiğimiz 12 yılda başardıklarından daha fazlasını önümüzdeki dönemde başarabilecek noktadadır. Ve bundan da en çok farklı ajandası olmayan herkes kazan-kazan çerçevesinde nasiplenecektir.