İdris Kardaş

İdris Kardaş

17 Temmuz 2017, Pazartesi

Batı neden darbecilerin yanında

"Türkiye'nin son umudu öldü"

Başlık aynen böyleydi. Yabancı basının, ki burada kastımız genelde Batı basını oluyor, 15 Temmuz darbe girişimine verdiği ilk tepkiler hep bu yöndeydi. Avrupa ve ABD merkezli medya ve diğer kurumlar, nasıl oluyor da kendilerinin özgür dünyaya armağanı olarak sundukları demokrasi ilkesini ayaklar altına alıp, darbecilerden yana olabiliyordu. Mısır'da henüz yakın zamanda benzerini yaşadığımız için şaşırmadık ama üzerinde durmak gerekiyor. Zira sonucu üzerine konuştuğumuz bu meselenin nedenlerini henüz yeterince konuşmadık. Evet, Batı iki yüzlü davranıyor ama neden böyle davranıyor sorusunu daha fazla konuşabiliriz.

Asıl sorular şunlar. Batı neden Türkiye'de darbecilerin yanında yer aldı? Neden darbeye direnen koca bir ülkeyi görmezden geldi? Neden yüzlerce insanın canını vermesini, milyonlarca insanın tankların karşısında durmasını itibarsızlaştırmak istedi?

Bu meseleyi üç yazıyla ele almak niyetindeyim. Bunlar; Bağımsız politikalar izlemek isteyişimiz, Müslüman bir ülke olarak demokrasi ile birlikte yaşama ısrarımız ve oyunu Batı'nın kurallarına göre oynayabilen ancak onlara biat etmeyi reddeden Recep Tayyip Erdoğan'ı ısrarla lider olarak seçmemiz. Sırayla gidelim.

Yüz yıl önce tüm bölgeyi (Kuzey Afrika ve Ortadoğu) esaret altına alan, sınırları çizen ve tüm ülkelerin başına diktatörler, krallar, askerler, prensler atayan Batı, bu bölgeyi kolaylıkla yönetmeyi, kaynaklarını sömürmeyi ve bölge üzerinden güç devşirmeyi başardı. Türkiye'de ise göstermelik bir demokrasi inşa edilmesine müsaade ettiler. Türkiye görünürde demokrasi ile yönetiliyordu ancak gerçekte küresel vesayet odakları tarafından ordu, yargı, emniyet, siyaset bürokrasisi, YÖK vb kurumlar eliyle yönetildi uzun yıllar. Çok partili hayata geçiş ile birlikte Türk toplumu daha sonra değineceğim demokrasi ilkesini çok esaslı bir şekilde kullanarak, bağımsız olabileceği liderleri dönem dönem başa geçirerek Batı için beklenmeyen sonuçlar da üretti. Doğal sonuç olarak her defasında darbe yada muhtıralarla bu süreç bölündü. Bağımsız politikalar yürütmek isteyen her lider darbe ile cezalandırıldı. Menderes idam edildi , Demirel, Erbakan gibi liderler yönetimden indirildi, 28 Şubat'taki Demirel ehlileştirildi, Özal görevi başındayken hayatını kaybetti ve son olarak Erdoğan ülkeyi bağımsız yönetmeye çalışırken muhtıra, suikast girişimleri, Gezi, yargı darbesi ve en son 15 Temmuz darbesiyle karşılaştı. Gezi, 17 -25 Aralık, 15 Temmuz sırasıyla, Emniyet, Yargı ve Ordu kurumlarının içerisine sızan küresel vesayet odakları tarafından yönetildi. Kurumsal egemenlik süreci ilk defa tıkanma yaşıyor, Türkiye bu süreçlerin tamamından daha güçlenerek çıkıyor ve daha çok bağımsızlaşıyordu.

Batı, artık kontrolden çıkan bir Türkiye ile karşı karşıyaydı. Bu kontrolden çıkış çok kolay bir şekilde tüm Ortadoğu'ya sıçrayabilecek bir durumu da ifade ediyordu. Misal, Arap Devrimleri sürecinde Mısır'da Müslüman Kardeşler'in ülkeyi yönetmesine ancak dokuz ay tahammül edildi. Zira Türkiye'nin yanı sıra bağımsız bir Mısır'ın varlığı tüm dengeleri alt üst edebilirdi.

Türkiye, Erdoğan ile birlikte uydu devlet olmaktan çıkıp özellikle dış politika, ekonomi ve savunma konularında bağımsız politikalar yürütmeye başladı.

Artık, sınırları, enerji koridorlarını, insan hareketlerini, terör örgütlerini kendi çıkar merkezli kullanmak isteyen Batı'nın bütün planlarını bağımsız politikalar yürüten Türkiye bozmaya çalışıyordu.

Türkiye'nin Suriye, Irak, Filistin, Mısır, Katar ve diğer ülkelerle olan ilişkileri, bölge ve Türkiye çıkar merkezli politikası küresel vesayet odakları için sorun teşkil etti. Kendi iç kaynaklarını tamamen kendi halkı için kullanan ve bölge halkları çıkarlarını önceleyen, emperyal politikalara gücü yettiğince geçit vermeyen bir Türkiye vardı artık. Dünyanın en fazla mültecisini ağırlayan Türkiye, özellikle Avrupa için bu anlamda pimi çekilmiş bir bombaydı ve Erdoğan mültecilerin haklarını Avrupa'nın hakkına önceliyordu.

Terör örgütleri ile ilişkiler kurarak Türkiye'yi ve tüm bölgeyi kontrol altında tutmak, dizayn etmek ve yönlendirmek isteyen küresel vesayet odaklarının bu stratejisi de yine Türkiye'nin bağımsız politika duvarlarına çarpıyordu.

Katar'ı ehlileştirmek, Irak'ta çatışmaları devam ettirmek, Suriye'yi, Filistin'i, Mısır'ı, Libya'yı ve diğerlerini sonu gelmeyen acılarla yönetmek isteyenlerin her politikasına yüksek sesle karşı çıkan bağımsız bir Türkiye vardı.

Batı dünyası bağımsızlık için canlarını verenleri, elini, kolunu, gözünü kaybedenleri, direnen milyonları itibarsızlaştırarak, yok sayarak, görmezden gelerek bağımsızlık iradesini baskılamaya çalışıyor. Modern dünyada tam bağımsızlık için insanların gözünü kırpmadan ölüme gidebileceğine aklı ermeyen bu yapılar, milletin bu çıkışını yok saymazlarsa, görmezden gelmezlerse ve en önemlisi itibarsızlaştırmazlarsa, Türkiye'nin tam bağımsızlığını desteklemiş olacaklar. Kendilerinin çok açık aleyhine olan böyle bir durum karşısında Batı'nın iki yüzlü davrandığı söyleminden ziyade, gayet tutarlı bir şekilde biat eden liderler, sömürü devletler, kullanışlı terör örgütleri ve sindirilirmiş bir halk istediklerini çok iyi bilmemiz gerekiyor.

Türkiye, kendi ülkesinin, milletinin ve İslam coğrafyası başta olmak üzere tüm halkların çıkarları için küresel sistemle mücadele etme kararı vermiştir. Bu karar sadece dünya beşten büyüktür diyen bir liderin söylemi olmaktan çıkmış, 15 Temmuz'daki direniş ile birlikte tüm milletin söylemi haline gelmiştir. Batı, egemenlik anlamında kendisini hiçleştiren, bölgeden koparan böyle bir direnişi kabul ederse tüm bölgede de benzerleriyle karşılaşacağından korkmaktadır. Dolayısıyla bağımsızlık iradesi bağlamında 15 Temmuz'daki halkın işgale karşı direnişi Batı'nın meşrulaştırmaktan korktuğu, onu varoluşsal olarak krize sokan bir direniştir.

SON DAKİKA