Yeni eğitim ve öğretim yılı 18 milyon öğrenci ile dün başladı. 900 öğretmenimiz de çocuklarımızın başında, onları geleceğe hazırlıyor. Maşallah, Avrupa'nın birçok ülkesindeki nüfustan daha fazla eğitim ordumuz var.
Okulun açıldığı ilk gün, bütün öğrenciler sıralarında ders kitaplarını hazır buldu. Modern okullar, daha sevecen, öğrenci psikolojisine önem veren yeni nesil öğretmenler de öğrencileri hayata hazırlamak için kolları sıvamıştı.
***
Geçenlerde 4 yıl önce yapılan bir devlet okulunu gezdim. İçinde modern laboratuvarlar, halı saha, kütüphane, konferans salonu hatta cep sinemasına kadar her şey vardı. Eksiksiz bir okul yapmış devlet.
Haftada 3 gün verilen okul sütleri, beslenme programları. Kısacası devlet eğitim sistemine ciddi bir yatırım yapmış. Buna rağmen eksiklikler var mı? Elbette var. Eğitimci kalitesi ve müfredat sorunları gibi konuları eğitimcilere bırakalım.
Bu kadar rahat bir ortamda eğitim gören şimdiki öğrenciler ne kadar şanslı olduklarını anlayamıyorlar.
Nasıl ki bizden önceki jenerasyonun çektiği sıkıntıları bizim anlayamadığımız gibi.
***
Çektiğimiz sıkıntıların en başında kitap alamamak gelirdi. Bizim dönemimizde kitaplar o kadar pahalıydı ki (ya da alım gücümüz olmadığı için bize pahalı gelirdi), bir üst sınıfa geçen öğrencilere, kitaplarını bize vermeleri için adeta yalvarırdık. Çünkü o öğrencilerin de mutlaka o kitapları vereceği bir akrabası ya da yakını vardı.
Bazıları gerçekten fakirdi ve kitaplarını satıyor ve bir sonraki sınıfın eski kitaplarını satın alıyordu. Okul genelinde öğrencilerin sadece yüzde 15'i yeni kitap alabiliyordu. Sayfaları yırtılmış üstlerinde bir sürü not alınmış kitaplarla okula giderdik.
***
Ama bugünkü öğrencilerin anlayamayacağı en büyük problem neydi derseniz, "soba" derdim.
Anadolu'da bugünkü gibi doğalgazlı veya kaloriferli merkezi ısıtmaya sahip okullar nerdeyse hiç yoktu.
Bizim dönemimizde hemen herkesin başından "Soba yakma sırası sende" kavgası geçmiştir. Hele öğretmenlerin, "Bugün kimler evden odun, kömür getirdi?" soruları eksik olmazdı sınıfta.
Doğu'da ise daha başka sıkıntılar yaşanıyordu o dönemlerde. Öğretmen yok, okul yok, okul olsa da fakirlikten okula gidemeyen öğrenciler, erkenden evlendirilen kız çocukları.
Türkçe bilmediği için kafası yazı tahtasına defalarca vurulan öğrenciler. Öğretmen korkusundan altını ıslatan çocuklar. Neler yaşamadık ki?
Evet şimdiki gençlere neler yaşandığını anlatmamız gerek ama inanın anlatırken bile insanın ruhu kararıyor. Öyle karanlık yıllardı işte.
Çok değil bundan 15-20 sene önce yaşandı bunlar.
***
Şimdi ise özel okullarda Kürtçe eğitim yapılıyor olmasına rağmen Kandil tarafından "Okulları boykot edin çocuklarınızı bir hafta okula göndermeyin" talimatları veriliyor. Okulları molotofla yakanlar, Kürtlerin gerçekleri "öğrenmesini" istemiyor.
Yalçın Akdoğan'ın da dediği gibi "Örgüt, okul yakan, öğrenci yurduna molotof atan, öğrencilerin okulu boykot etmesini isteyen, küçücük çocukları dağa kaçıran PKK halkın düşmanıdır.";
***
Kürtlerin esnafının, turizmcisinin, iş adamının, işçisinin, çiftçisinin üç yıldır Çözüm Süreci'nde yüzünün gülmesini hazmedemeyenler, Kürt çocuklarının da yüzü gülmesin istiyor.
Hala terörü "hak arama" yöntemi sananlara, serhıldan çağrılarına inat, ne kadar öfkelenseler de Türkle Kürt etle tırnak gibi şiddet severleri bir kez daha hayal kırıklığına uğratıyor.
Grup Tillo'nin "Ortağız biz namusa" şarkısında dediği gibi:
"Ne bir karış topraktan, Ne de bir vatandaştan
Kürt ile Türk kardeştir, ayrılmaz et tırnaktan
Kardeş gelme oyuna olmayız paramparça
Ortağız bir namusa, yaslanmışız sırt sırta."