Ali Koç'un Fenerbahçe başkanlığını ezici bir çoğunlukla almasıyla birlikte 'diktatörlüğe karşı devrim' benzetmeleri yapılmaya başlandı.. Bir defa en baştan söyleyeyim.. Fenerbahçe ya da başka herhangi bir yapı farketmez.. Elbette değişimde ferahlık vardır.. Ali Koç'un göreve gelmiş olması sadece bu bakımdan bile son derece kıymetli.. Bir de takımı için hedeflediklerini hayata geçirmek üzere imkanları seferber edeceğini söylüyor ki, bu da çok önemli.. Fakat bu kadar.. Bir kulüp başkanından beklenti başka ne olabilir ki?.. Transferler için para ayırsın, alt yapıdan futbolcu/basketbolcu yetişmesine olanak sağlasın falan.. Bunun ötesinde bir anlam yüklemek biraz abartılı olmuyor mu sizce de?..
**
Anlıyorum.. ".. La Casa De Papel'in tanıtımında, yürüyen merdivendeki adam Ali Koç'a benziyordu.." falan.. Fakat öyle olmuyor o işler.. Bakın evvela bir tanım yapalım.. Sanayi Devrimi ile birlikte üretim araçlarını ellerinde bulunduran kentsoylu egemen sınıfa burjuva diyoruz.. Bu itibarla Koç Ailesi de elbette burjuvadır.. Burjuva sadece üretimin, ihracatın, pazarın gücüne sahip olmaz.. Aynı zamanda bilimsel, kültürel, sosyal alanda da vardır.. Bu yönüyle de; okullar, kütüphaneler, büyük orkestralar, müzeler gibi katkılarıyla Koç Ailesi bu tanıma fazlasıyla uyuyor.. Kuşkusuz ki takım sporları da bunun bir parçası.. Yine Koç Ailesi, Rahmi Koç üzerinden Beşiktaş, İnan Kıraç üzerinden Galatasaray'ın tam da kalbindeydi.. Şimdi de Ali Koç'la Fenerbahçe'de. Hikaye bundan ibaret..
**
Gelelim Ali Koç'tan devrimci yeşertme gayretlerine.. Kuşkusuz ki tek başına 'Ali Koç' diyerek anlatmak eksik kalacak.. Ama Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte devlet eliyle güçlendirilen bir sermaye düzeni olduğunu ve bunun da gücünü yerleşik yapıya borçlu olduğunu görmek lazım.. Yani bir devrim yapılacaksa ve bu dünyanın her köşesinde olduğu gibi, emperyalizme yahut güçlü olanın, nüfuzlu olanın hegemonyasına dönük olarak yapılacaksa, İstanbul sermayesinden bunu bekliyor olmak, en hafif tabirle hayal kırıklığı olacaktır.. Anlaşılıyor ki, beklenti sahipleri, buna bel bağlamış durumdalar.. Hatta aralarında solcu/sosyalist geçinen tipler de var.. Ali Koç'un durduğu yerin, mevcut iktidara alternatif bir siyaset teklif ediyor gibi görünmesi bu algıyı kuvvetlendiriyor.. Elbette kendi nüfuz alanları daralan sermaye iktidarı eleştirir.. Ancak bu sınıfsal bir devrime dönüşecekmiş gibi hayaller kuranlar için 'bir patron' doğru bir figür olmayabilir.. Muhtemelen Erdoğan'ın şahsında sembolleşen bugünkü iktidara olan tepkinin bir dışavurumu bu.. Misal Ramazan ayında göstere göstere kürsüde su içmenin bir anarşist eylem olduğu ön kabulüyle yapılıyor olabilir bu yorumlar.. Oysa belki dikkatsizlik belki umursamamak belki de bambaşka bir nedenden dolayı kürsüde su içmek zorunda kalmış olabileceğini hesap etmiyorlar Ali Koç'un.. Dahası belki de bugün Ali Koç, gezi günlerinde Cem Boyner, 2000'lerin başında Cem Uzan vesaire gibi figürler, bu tip yakıştırmalardan da hoşlanıyor olabilir.. Buna da diyecek söz yok.. Ancak şuna bir karar verin.. İsyanınız makinelere mi yoksa o makinelerin sahiplerine mi?.. Makinelere kızıp, sahiplerinin peşine takılmak biraz oksimoron bir durum oluşturuyor.. Eğer devrimci çıkarmak isteniyorsa, makinelerin sahiplerine değil makinelerin yerini aldığı insanlara bakmak gerekir.