Her söyleyen bunu ilk kez kendisinin bulduğunu zannediyor..
İlk kez kendi aklına geldiğine inanıyor..
Ve çok çarpıcı parlak bir siyaset analizi yaptığını düşünüyor..
Vaktiyle Aysun Kayacı da öyle zannetmişti..
Peşinden aynı koroya katılan diğerleri de..
Şimdi biri daha çıktı..
50 yıldır söylediği aynı şarkılardan yaptığı yeni albümünün PR'ı için gündem oluşturmaya çalışıyor..
Anlıyoruz aslında..
Anlıyoruz da, yutacak da değiliz..
"Parmak basanla 3 üniversite bitirenin oyu neden eşit sayılıyor?" diye sormuş..
Sanıyor ki, daha evvel böyle düşünen olmadı..
İlk kendi akıl etti..
Arz edelim..
**
Siyaset bilimi, 18. yüzyıldan bugüne, oy ayrımcılığı ekseninde her seçmenin oyunun bir oya karşılık gelmesi üzerine çalışıyor..
Sistemi kendine göre yontan egemenlerin hep galip gelebilmesi üzerine kurulan sistemlerle, Avrupa ve ABD bile daha yakın sayılabilecek bir zamanda yüzleşti…
Bizdeki parametrelerle düşünün..
1946'daki son hileli seçimlerden sonra CHP, hiç tek başına iktidar kuvveti bulabildi mi?
E ama kendilerini bu sistemin sahibi olarak gören jacobenler, nasıl iktidarda kalacak o zaman?..
İŞTE AVRUPA'DAKİ OY AYRIMCILIĞI
Daha çok yakın sayılabilecek bir geçmişe kadar Avrupa'da oy kullanabilmek için, belli kriterleri karşılıyor olmanız gerekiyordu..
Beyaz olması ve servet sahibi olması, bir seçmenin oy kullanabilmesi için önemli avantajlardı..
Servet, seçimlerde vergi oranlarıyla ölçülüyordu..
Yeteri kadar vergi vermediyseniz, kimin seçileceğine de karar veremezdiniz..
Avantajlı bir diğer grup ise, erkekler ve yetenekli kişiler..
**
Önce ayrımcılığı yapıp arkasından kılıf hazırlayan sistem,
bu izaha muhtaç tabloyu da çeşitli doktrinlerle açıkladı..
John Locke, ''devlet mülkiyeti korumak için kuruldu'' diyerek bu ayrımcılığı savundu..
Thomas Hobbes ise ''servet kudrettir'' tezini yükseltti…
Bu konuda en çok kafası karışan ise İngiltere oldu..
Uzun yıllar şu soruyu tartıştı İngilizler;
"Toprak sahiplerine mi oy kullandırmalı yoksa belli bir seviyede vergi verenlere mi?"
1912 İtalyası'nda ise kriter okur-yazarlıktı..
Oy kullanabilmek için okur-yazar olmak gerekiyordu..
Tıpkı Amerika'daki gibi..
Zira Amerika açık açık "zenciler oy kullanamaz" demek istemiyordu..
Okur-yazar oranının düşük olduğu zencileri sistem dışında bırakmak için bu bahaneyi üretmişti..
Hele cinsiyet ayrımcılığı..
Fransa'da ya da İtalya'da bariz bir ayrımcılık yaşandı..
Çünkü sistem, kilise ile devlet arasındaki kavgada, kilisenin kadınları kendi tarafına daha kolay çekebileceğini düşünüyordu.
Kilisenin tesirindeki kadınlar oy kullanamazlarsa herşey daha kolay olacaktı..
Hatta kadınların seçme-seçilme sistemine katılması konusunda Türkiye önemli bir tarihe sahiptir.. 1930'da Türkiye'de kadınlar belediye seçimlerinde oy verme hakkı kazandılar.
1933'te ilk kez köy heyetine seçilme hakkı elde ederek, pek çok Avrupa ülkesini bu anlamda geride bıraktı..
Örneğin kadınlara seçilme hakkı Fransa'da, ancak 1944'te verildi..
İtalya 1946'da.. İsviçre'de 1971'de…
Hatta İsviçre'ye bağlı Appenzel kantonunda 1990'da
Demem o ki,
bulduğunuz bu formül yeni ve zeka pırıltısı içeren bir formül değil..
Faşist toplumlarda sopa olarak kullanılan ve temsil adaleti yaygınlaştıkça utanılarak vazgeçilen bir sistem..
Bilginiz olsun..
**
Gelelim sana..
Oy kullanımında adalet (!) isteyen ve
"parmak basanla 3 üniversite bitirmiş adamın oyu eşit mi sayılacak?" diye soran şarkıcı..
Edindiğin servet, istisnasız o "parmak basıyorlar" dediğin kitlenin sana verdiği haksız değerden..
Ve sen şimdi, seni 50 sene boyunca yok saymış olan bir kesime sevimli görünmek için, kendince siyaset teoremi kastırıyorsun..
Akademik anlamda müzik eğitimi zaten almadın..
Onu yutturdun yıllarca..
Arada o üzerine beylik laflar ettiğin siyasete dair bir kaç satır bir şeyler oku bari..
Kalın sağlıcakla