İstanbul Kitap Fuarı'nı 415 bin kişi ziyaret etmiş. Güzel! "Tüh, koca İstanbul'da ziyaretçi sayısı yarım milyonu bulamamış" diyenler olur mu acaba? Ama geçen gün sosyal medyada gördüğüm "bütün yıl kitaptan uzak durup fuar haftası gelince kitaba koşanları hiç anlamıyorum" eleştirisinde haklılık payı var. Bana sorarsanız, Anadolu yakasında oturuyorum ve trafiğin içinden çıkılmaz olduğu hafta sonunda fuar için kalkıp Beylikdüzü'ne gitmek gözümü korkutuyor. Üstelik ne yalan söylemeli, geçmişte oraya kadar gidince içimden hep durmadan gaza basıp Gelibolu, Saroz tarafına doğru devam etmek geldi… Bu bakımdan fuara giden ve hele imza kuyruklarına girenlere buradan şapka çıkartıyor, "helal!" diyorum.
Tabii şunu da söylemek gerek. Fuarlar "kitabın yurdu" değildir. Fuarlarda kitap satışı hem fuar kavramına uymuyor, hem de kitapçılara haksızlık. Üstelik, düşünün; sakin bir kitapçıda saatler geçirmek ne güzeldir! Fakat kitapçılardaki yeni uygulama çok can sıkıcı. Yeni çıkan bir kitap çok satan olmuyorsa, tükendikten sonra bir daha getirtmiyorlar. Hizmet politikasını "çoksatanlar" üzerine kuran kitapçılara sözüm şu: Böyle giderse online kitap satışı sizi siler geçer!
Gazetedeki odamda oturuyorum. Kapı açılıyor. Bir tepside, zeytin, peynir ve sıcak sıcak pişiler geliyor. Sürpriz! Başka ne isterim! Pişi… Müşfik, yalın ve masum bir lezzet!
Amazon'un listesinde bir belgesel DVD dikkatimi çekmişti. Hemen getirttim, izledim ve çarpıldım. Belgeselin adı "Children of the Revolution" (Devrimin Çocukları) Daha önce de çok konuşulan bir belgeseli; "Robert Kennedy Suikastı"nı çeken İrlandalı O'Sullivan bu kez iki genç kadına annelerini anlattırmış. Kim mi o anneler? Biri 70'lerin tanınmış terör örgütü Kızıl Ordu Fraksiyonu'nun kurucusu Ulrike Meinhof. Diğeri aynı yıllarda Ortadoğu'daki kanlı eylemleriyle dünyayı şaşırtan Japon Kızıl Ordusu'nun militanı Fusaku Şigenabu! Tartışmaya açık fakat müthiş bir insan öyküsü. Bizde belgeselleriyle tanınan arkadaşlara öneririm. Demode tarzlarından çıkış için bir model olabilir.
Kültür, sanat ve medya ile ilgili olanlar için hem web alanında hem Twitter'da harika bir adres: Open Culture. Sanat haberlerini izlemek için de Twitter'da bizden bir adres: Zilzurnasanat. Aklınızda bulunsun.
Closer (2004) filmini bir kez seyreden sonra kolay kolay unutamaz. Bir başyapıt falan olduğundan kaynaklanmıyor (zaten değil de) bu duygu. Nedeni anlattığı öykü ve başroldeki Natalie Portman'ın oyunculuğunun insanı jilet gibi kesmesi! O filmin şarkısı da etkileyicidir: The Blower's Daughter. Bu şarkıyı bir de Anneke van Giersbergen&Danny Cavanagh yorumuyla dinlemenizi öneririm. Enfes.
Şehri güzelleştiren "Contemporary İstanbul" da sona erdi. O yüzden sizi "haydi tembellik yapmayın, kalkıp sergiye gidin!" diye uyaramayacağım! Üç gün içinde tam 68 bin kişi gezmiş Contemporary İstanbul'u. Plastik sanatlar için asla azımsanamayacak bir sayı. Not edelim: Sergide Basquiat, Warhol ve Botero tabloları da vardı.
Bu "Güzel Şeyler" de Turgut Uyar'ın iki dizesiyle bitsin. "Şimdi gemiler geçer uzaklardan/Gönlüm güvertede sereserpedir." Şiirin adı mı? "Akşamüstü Rüyası."