Siz bu satırları okurken, "Silivri'nin duvarlarını yıkacağız", "Yurtseverleri oradan çıkartacağız", "Ergenekon'dan çıkıyoruz", "Hepimiz Ergenekoncuyuz" gibi sloganlarla hazırlanan 8 Nisan Silivri buluşması geride kalmış bulunuyor.
Oysa ben bu satırları yazarken 8 Nisan'a birkaç gün vardı, dolayısıyla o gün Silivri'de olan bitenler hakkında bir değerlendirmede bulunmam mümkün değildi. Fakat, 8 Nisan'a günler kala hazırlıklara damgasını vuran ruh haline bakıp bir değerlendirmede bulunmam mümkündü... Şimdi onu yapacağım, bakalım aklıma gelen kötü şeyler gerçekleşmiş mi? Bu yazdıklarımla 8 Nisan'da yaşananları kıyaslayıp kararınızı verin...
Başlıyorum...
Hazırlıkların merkez üssü Aydınlık gazetesi, İşçi Partisi, Ulusal Kanal ve Türkiye Gençlik Birliği idi... Oralardaki hava, 8 Nisan'ın bir protesto gösterisi olmaktan çok öte anlamlar taşıdığını gösteren bir havaydı... Hedef, "AKP'yi yıkmak" ve "milli hükümeti kurmak" şeklinde formüle ediliyordu.
Bu hedefleri afaki bulup da "seçimlere daha çok var, AKP'yi nasıl yıkacaksınız" şeklindeki sorulara verilen cevaplar da çok şey söylüyordu aslında: "Biz Cumhuriyet'i seçimle mi kurduk?"
Bu atmosfer, benim aklıma iki şeyi getirdi...
Bunlardan biri, Doğu Perinçek'in 3 Kasım 2002 seçimlerinin gecesinde Ulusal Kanal'da söylediği sözlerdi... Perinçek, hiçbir şaibe iddiası öne sürülememiş demokratik bir seçimi kazanıp iktidara gelmiş partinin iktidarının "meşru olmadığını" öne sürmüş, AK Parti'ye verilen oyları da "Milletler de gaflete düşer, Türk milleti gaflete düşmüştür" sözleriyle açıklamıştı. Zaten bu iktidarın en fazla üç-beş aylık bir ömrü kalmıştı, "milli kuvvetler" bu iktidarı kısa bir süre içinde devirecekti...
Aklıma gelen ikinci nokta ise, 28 Şubat'ın ünlü generali, adı bir ara hem de Hürriyet gazetesinde "Bir numara o mu?" sorusuyla Ergenekon'a da karışan Doğu Silahçıoğlu'nun 3 Şubat 2008'de Cumhuriyet gazetesinde kaleme aldığı "Çıkış yolu" başlıklı yazısıydı.
Silahçıoğlu'na göre teorik olarak üç adet "çıkış yolu" vardı: Siyasal, hukuksal ve toplumsal...
Siyasal "çıkış yolu", yani AK Parti'yi gensoruyla Meclis'te devirmek, meclis aritmetiği nedeniyle kapalıydı...
Yazara göre, hukuksal "çıkış yolu", yani AK Parti'nin kapatılması için Anayasa Mahkemesi'nde dava açma yolu da "sonuç alınmasını engelleyebilecek faktörler" nedeniyle kapalıydı. (O yazıdan kısa bir süre sonra kapatma davası açıldıysa da dava kapatma kararıyla sonuçlanmadı.)
Fakat yazara göre toplumsal "çıkış yolu" açıktı ve o yoldan yürünmeliydi...
Yani, şöyle:
"Atatürk cumhuriyetini savunan 'ulusal cephe'nin tüm yandaşları meydanları doldurmalı; milyonlar nereye gerekiyorsa oraya yığılmalı, nereye gerekiyorsa oraya çıkarılmalıdır... (...) (Hedef) sonunda hükümeti yönetimden çekilmeye mecbur etmektir."
Silahçıoğlu, yazısında, "gitmeye mecbur edilen" AK Parti'nin ilk seçimi kazanacağından hareketle , "yeni bir nesil yetişinceye kadar" buna imkân vermeyecek önlemlerin alınması gibi önerilerde de bulunuyordu ama, o ayrı fasıl...
İşte "iki Doğu'lar"ın sözleri ve yazıları aklıma geldiğinde, 8 Nisan gözümde çok farklı bir anlam kazanıyor...
Mustafa Balbay, dışarıdaki ruh halini sezip, belli ki tedirgin de olup, 4 Nisan'da Cumhuriyet gazetesi aracılığıyla "Silivri'ye gelin fakat barikatları zorlamayın" çağrısı yaptı ama, hiç kuşkum yok ki 8
Nisan'ı, Silahçıoğlu'nun yazısındaki gibi algılayanların sayısı hiç az değil.
8 Nisan'da ne oldu acaba? Siz şu anda bunu biliyorsunuz, ben de biliyorum...
Önümüzdeki sayıda durumu birlikte değerlendiririz artık...