Costa-Gavras'ın izleyenlerin ciğerine dokunan filmi "Müzik Kutusu"nu (1989) hatırlıyor musunuz? Ann Talbot (Jessica Lange) başarılı bir avukattır. Macar asıllı babası, o daha doğmadan önce ABD'ye yerleşmiştir. Günün birinde, babası hakkında, Macaristan'da yaşadığı dönemde "Nazilerle işbirliği" yaptığı gerekçesiyle dava açılır. Macar Nazi'si John Demjanjuk'un hayatından esinlenerek çekilen filmde olaylar şöyle gelişir:
Ann Talbot, avukatlığını üstlendiği babasının masumiyetine bütün kalbiyle inanmaktadır. Dolayısıyla ve doğallıkla duruşma sürecinde babası Mike Laszlo'nun (Armin Mueller- Stahl) avukatlığını üstlenir. Babası, dava boyunca masum olduğunu anlatır kızına. Ne var ki, bir gün Ann, evdeki müzik kutusundan bütün gerçeği öğrenecektir: Babası, işkencelere, sevkiyatlara katılmış eski bir Nazi'dir.
Filmi bilmediği ve izlemediği anlaşılan Ahmet Altan, Taraf'ta kaleme aldığı eski bir yazısında, Balyoz davasının bir numaralı sanığı Çetin Doğan'ın kızı Pınar Doğan ve damadı Dani Rodrik'in babalarının suçsuzluğuna dair şahitliklerinden yola çıkarak şu satırları kaleme almıştı:
"Yaptıklarını sempatiyle karşıladığımı söylemeliyim, babalarını kurtarmak istemelerinden daha doğal bir şey olamaz. Özellikle Doğan'ın kızını izlerken, aklımdan bir roman kurgusu da geçmiyor değil. O genç kadının babasının suçsuzluğuna samimiyetle inandığını varsayarsak ve aslında kızın babası 'suçlu' olduğunu biliyorsa, bunu bilmesine rağmen de kızının böyle konuşmasına izin veriyorsa, yarın darbenin gerçekten var olduğu kanıtlandığında ilişkileri nasıl olur acaba? Suçlu baba, kendisinin suçsuzluğunu kanıtlamaya çalışan kızını izlerken neler hisseder? Evlat, bunca savunduğu babasının aslında suçlu olduğunu anladığında ne düşünür? Suçun kanıtlanmasından sonra ilk karşılaşmalarında ne konuşurlar? Ondan sonraki ilişkileri nasıl olur? Bir roman ya da piyes olabilecek kadar 'trajik' bir yapıya sahip bu ilişki."
Bütün bunları aklıma getiren şey, kayınpederi 9 Mart 1971 asker-sivil darbe girişimi davasında yargılanıp beraat eden bir okurumdan aldığım bir mektup oldu. Taraf'ta tümünü yayımladığım mektupta, "yakınlar", tıpkı "Müzik Kutusu" filmindeki Ann Talbot'u andırıyordu. Mektubun bir bölümünü sizlerle de paylaşayım: "Hem mahkeme safhasında, hem de mahkeme sonrasında diğer tutuklular ve aileleri ile yaptığımız her görüşme ve sohbette, hepimiz ve herkes, davanın ve suçlamaların ne kadar uydurma olduğunu, haksız yere suçlandıklarını, tutuklanan her bir kişinin ne kadar suçsuz ve masum olduğunu konuştuk, konuşma ile kalmadık yıllarca yürekten inandık. Hatta tutuklananlar kendi aralarında bile konuşurken, ne kadar masum olduklarını ve ne kadar haksızlığa uğradıklarını gayet samimi bir biçimde konuşuyor ve iddia ediyorlar, biz de dinliyorduk!.."
"Aradan yıllar ve yıllar geçti (en az 20 yıl)... Kayınvalidemi 1990 yılında kaybettik, yalnız kalan kayınpederim bizim yanımıza yerleşti, ölünceye kadar aynı evde sekiz yıl beraber yaşadık... Bir müddet sonra, eski arkadaşları onu ziyarete evimize gelmeye, sohbet edip dertleşmeye başladılar... 70-80 yaşlarına gelmiş eski arkadaşların sohbetlerinin içeriğinin artık değiştiğini gördüm... Herhalde yaşlarının ilerlemesi ve eski olayların öneminin kalmaması nedeniyle artık 9 Mart 1971 darbesi ile ilgili farklı konuşuyorlar, zaman zaman da şakalaşıyorlardı (yine de, yanımızda konuşmaya başlamadan önce, 'damat temiz mi' diye sormayı ihmal etmiyorlardı)." "Kısacası, anladım ve öğrendim ki, Madanoğlu Davası'ndaki savcının iddianamesi neredeyse yüzde yüz doğruymuş..."
"(...)
"Bu sohbetlerden sonra tabii ki kayınpederime, 'Ne iştir bu baba' diye sordum... 'Oğlum, ihtilal yapıyoruz, çocuk oyuncağı mı bu!.. Biz silah üzerine yemin etmişiz, ne ben ne de arkadaşlarım konuşmayız, yok farz ederiz' diye cevaplamıştı..."