Futbol izlemenin "süfli" bir faaliyet sayıldığı yıllarda, bilhassa okumuş yazmışların başvurduğu bir savunma biçimi vardı: Orada burada futbolu sevdiğini ve izlediğini söyleyen mühim adamlar (filozoflar, edebiyatçılar falan) bulunuyor, "bir topun peşinden koşan 22 adamın nesi cazip" aşağılamalarına karşı güya fazla da önemsemeden piyasaya sürülüyorlardı: "Duydun mu, bilmem kim de sıkı bir futbol izleyicisiymiş..."
Sonra, Simon Kuper'in ipine sarılındı: "Futbol sadece futbol değildir..."
Ümit Kıvanç'ın savunma biçimi de hiç fena değildi: Futbol izlemeyenleri şakayla karışık "apolitiklikle" suçlardı Ümit.
Sonra bildiğimiz şeyler oldu. Futbol, daha doğrusu futbol olmaktan çıkan futbol lüzumundan fazla yer işgal etmeye başladı hayatımızda. Futbolu oyun ve dayanışma yanıyla sevenler, işte bu nedenle ne zamandır futbolun sadece futbol, sadece bir oyun olduğu duygusuna meyletmeye başladılar.
Türkiye'de futbol izleyiciliği ve yazarlığı denince akla ilk gelen isimlerden biri olan Tanıl Bora da bunlardan biri.
Bora, "Çizgi Açığı" adlı kitabını anlatırken şöyle diyor: "Sırf futbola ilgi beslediği için özellikle okuryazarlar yıllarca küçümsendi.
Bu yüzden bu slogana sahip çıktık.
Çünkü futbol sadece sahada gördüğünüz şey değil. Fakat birkaç yıldır benim gibi düşünenler, hayır ya, futbol biraz da sadece futbol olsa keşke duygusuna kapıldı. Zira olması gerektiğinden çok fazla önem atfedildi futbola. Hatta insanları cinnet geçirttirecek hallere düşürdü." (Zaman, 3 Şubat).
Bilenler bilir, aslında Tanıl Bora, futbol sevdiği için eşleri-sevgilileri tarafından küçümsenen okumuş-yazmış erkeklerin "Bak o da futbolu seviyor" diye gösterip rahatlayacakları bir entelektüel figür...
Böyle biriyle futbol üzerine söyleşi yapıp da "Eşiniz ne düşünüyor" diye sorulmasaydı olmazdı, nitekim Zaman muhabiri Reyhan Gül onu da sormuş.
Cevap şöyle: "Şefkatli bir ilgisizliği var. Üstten bir bakışı yok ama. 25 yıldır hiç yapay bir ilgi üretmedi. Stattaki eğlence hoşuna gidiyor. Hatta bana Gençlerbirliği şapkası ve atkısı örüyor."