Ali Bayramoğlu

01 Mayıs 2015, Cuma

Atlatılan varta...

Türkiye seçim kampanyası gürültüsü içinde yeni bir varta atlattı.
Bu varta, İstanbul Adliyesi'nde cemaatin kimi tutuklu mensuplarına yönelik tahliye operasyonuydu. Bildik bir yöntemle yapılmıştı. Zamanlama ayarlanarak tahliye ve reddi hakim talepleri uygun bir nöbetçi hakime denk getirilmiş, bu hakim vermesi gereken kararı (reddi hakim) vermiş, onun görevlendirdiği bir ikincisi ise bu kararı (tahliye) tamamlamıştı.
Türkiye son yıllarda bu yolla nice doğru ve haklı davanın kirletilmesine, nice hukuk skandalına, nice tasfiye girişimine tanık oldu.
Bunun yapanlar bir noktada açığa düştüler.
Tek destekleri siyasi iktidara muhalif konuma geçen kimi liberaller ibaret kaldı. Bu grup ne yazık ki, dün olduğu gibi, bugün de siyasetin içini boşaltarak, olup biteni anlamayarak ya da anlamamayı tercih ederek, hükümet karşıtı cephede ön safta yer tutma güdüsüyle gayri meşru tüm bu hamleleri doğrulamaya soyundu.
Tahliye skandalında da benzer bir durum yaşadık.
Skandal, adliye savaşları, siyasi iktidarın yargıya müdahalesi gibi tam da cemaatin isteği çaprık ve gerçek dışı noktalara çekildi.
Olayı hatırlatmaya gerek var mı?
Pek çok polis ve bir kaç gazeteci cemaate yönelik bir soruşturmadan tutuklu bulunuyordu. Girişim bu kişilerin tahliye edilmesi ve bu kişilerle ilgili tutuklama kararları ve itirazlarını sonuca bağlamakla yetkili tüm sulh hakimlerinin (toplu bir reddi hakim kararıyla) yetkilerinin kaldırılmasıydı.
Ortada dört sorun vardı.
1. Reddi hakim kararı veren mahkemenin (asliye ceza) bu yetkisi yoktu.
2. Toplu reddi hakim kararı görülmemiş ve hukuk mantığına aykırı bir uygulamaydı.
3. Tahliye kararı veren mahkemenin de (asliye ceza) bu yetkisi yoktu.
4. Üstelik tahliye kararı tutukluların dosyaları savcılıktan mahkemeye gelmeden, yani incelenmeden verilmişti.
Neden ve nasıl?
2014 tarihinde çıkan 6545 sayılı bir kanunla sulh ceza ve asliye ceza mahkemeleri arasındaki ayrım kaldırılarak, yerine soruşturma evresindeki kararları vermek, koruma tedbirleriyle ilgili talepleri karara bağlamak üzere sulh ceza hakimlikleri kurulmuştu.
Kurulan sulh ceza hâkimlikleri, soruşturma aşamasında hakim tarafından verilmesi gerekli kararları (esas itibarıyla koruma tedbirleri) vermekle görevli kılınmıştı. Bu hâkimliklerin yargılama faaliyeti yapmayacakları hükme bağlanmıştı.
Bir başka yasa CMK, sulh hakimliklerinin vereği kararlara itirazın ancak bir başka Sulh mahkemesi tarafından ele alınabileceğini söylüyordu.
İlk sonuç bu iki yasaya göre açıktı:
Soruşturma safhasındaki tutuklama ve tahliye kararlarını vermeye yetkili olan sadece sulh hakimlikleridir.
Tahliye skandalında ise bu kararı veren asliye ceza mahkemesi olmuştur, tahliyeler de bu nedenle skandala işaret eder.
Reddi hakim meselesine gelince...
Hukukçular CMK yasasının reddi hakim mekanizmasının yargılama yapmakla görevli mahkemelere ilişkin olduğu, soruşturma aşamasını ve 6545 sayılı Kanunla kurulan sulh ceza hâkimliklerini kapsamadığı söylüyorlar.
O zaman ikinci sonuç, soruşturma safhasında reddi hakim talebinin kabulü hukuk dışı bir işlem olduğu yönündedir.
Türkiye paralel devlet sorununu çözmüş değil...
Acıklı olan bu durumu ve skandalları es geçenlerin, bunu yaparken demokrasiye referans vermelerindedir...

SON DAKİKA