Hemen herkesin ortak kanaatini yansıtan bir söz: "Gecikmiş adalet, adalet değildir!"
İlk söyleyen bilinmiyor: Kimi, Britanya'nın 19'uncu yüzyıldaki başbakanlarından, William Gladstone'a atfediyor... Kimine göre laf 17'nci yüzyıl filozoflarından William Penn'e ait... Tahmin edeceğiniz gibi, fikrin geçmişi ise binlerce yıllık.
Ancak son yıllarda gecikmenin de ötesinde, fazlasıyla gecikme durumu hasıl oldu:
Haksızlığa uğradığını düşünen adam, "Sizinle öbür dünyada hesaplaşacağız" diye bağırıyor.
Bir başkası, "Cehennem var olsun, başka bir şey istemiyorum" diyor.
Adaletin öbür dünyaya kalması... Yani bir bakıma aşırı gecikmesi... Suçluların ve haksızlık edenlerin istediği tam da o değil mi?
Bu doğrultudaki sözlere bir başkası eklendi. Sekiz yıldır bir yere varmayan Hrant Dink cinayetine ilişkin olarak... "Önemli olan gönüllerde ve vicdanlarda gerçekleşecek olan karardır" dedi bir siyasetçimiz.
Meseleyi öbür dünyaya havale edenlerle, vicdanlara hava edenlerin ortak bir noktası var: Adaleti sağlamakla yükümlü olan kurumu, yani Yargı'yı yok sayıyorlar.
Kötü niyetli olduklarından değil elbette. Güvenmedikleri için böyle konuşuyorlar.
Bu tip sözlerin giderek artması, daha fazla insanın adalet söz konusu olduğunda, öbür dünyadan veya vicdanlardan bahsetmesi beni rahatsız ediyor.
Eğer işi öbür dünyaya veya vicdanlara havale edeceksek; bunca kanun niye yapılıyor? Mahkemeler, yüksek mahkemeler niye var? Savcılara, yargıçlara niye para ödüyoruz?
Beğensem de, beğenmesem de, nihayetinde bu kanunlara ve bu kurumlara göre yaşıyorum ben... Dolayısıyla adaletin bu kapsamda ve şimdi, burada, yaşadığımız şu fani dünyada gerçekleşmesini istiyorum. Nokta.